Pazar… Pazar…
Bugün biraz terör ve üzücü olayların dışında konulardan söz etmek istiyorum; ama sonunda söz bir yerde yine terörde hayatını kaybedenlere gelecek sanırım…
“Kişisel Marka Olmak” günümüzde giderek daha çok önem kazanmaktadır.
Bilgisayarların her şeyi yaptığı ve hesapladığı dünyamızda, insan faktörünün azaldığı düşünülebilir. Ama bilgisayarlara programları yazanlar yine insanlardır ve onların yönlendirmeleri ile sistemler hayatımızı yönetmektedir.
Henüz öğrenim hayatındaki gençlere ve “Z Kuşağı” olarak isimlendirilen lise çağındaki çocuklarla sohbet ettiğimizde “Bilgisayarların yapmadığı işleri tercih edin” ya da “İşinizi o kadar iyi yapın ve uzmanlaşın ki, sizi arayıp bulsunlar, sizinle çalışmak istesinler” diye önerilerde bulunuyorum. Mühendislik, lojistik, telekominikasyon, bankacılık ve benzer konularda bilgisayarlar çok etkin rol oynamaktadır ve insan faktörü giderek azalmaktadır. Oysa tasarım, iletişim, psikoloji, sosyoloji, sanat, edebiyat, müzik, spor… gibi konularda insanlar olmadan olmaz… Hatta bu konularda insanların etkisi her geçen gün daha da artmaktadır.
İnsan faktörü önem kazandıkça, insanların projelere attıkları imzalar da değer kazanır. Toplum bazı insanlara değer verir ve onların ürettikleri projeler bu nedenle daha çok tercih edilir. Herhangi bir ürünü satın alırken bile, o ürünü kimin, kimlerin ya da hangi şirketlerin ürettiğine baktığımız bir gerçektir. Şirketlerin tepe yöneticilerinin, markaları yönetenlerin kimler oldukları, tasarımların kimler tarafından yapıldığı tüketiciler, kullanıcılar veya iş ortakları tarafından takip edilmektedir. İKEA’nın kataloğunda yer alan masa ve sandalyelerin bile kimler tarafından tasarlandıkları belirtilmektedir. Mimari projeler, moda, giyim ve takı tasarımlarına değinmeme gerek yok sanırım…
Bu nedenle, bir işi yaparken, olması gereğinden çok daha iyi yapmak, müşteriler veya potansiyel alıcılar tarafından fark edilmeyi sağlar. Küçük bir lokantada dahi aşçının kim olduğu önemlidir; örneğin ben yemekleri kimin yaptığını hep merak etmişimdir… Bir çok kez iyi bir yemek sonrası aşçıya gidip teşekkür ettiğim olmuştur.
İnsanların hem kişisel marka olmaları, hem de olduktan sonra da bunu korumaları zordur. Bir yandan “Marka” oldukları için, toplum veya çevreleri onlara güven duyar, fikirleri değerlidir, gelen iş teklifleri artar, yaptıkları işler daha kolay pazarlanabilir. Diğer yandan toplum önünde olduklarından dolayı gözler üzerlerinde olur, her attıkları adım ve sözler yakından takip edilir. Küçük işletmelerde veya yöresel olarak da kişisel marka olmak önemlidir. Ülke çapında olmasa bile, kendi çevrelerinde bu insanlar aynı şekilde takip edilirler.
Bu arada “Kişisel Marka Olmak” ile “Ünlü Olmak” arasında bir fark olduğunu belirtmekte fayda vardır. Kişisel marka olmak, ünlü olmaktan daha değerli bir olgudur. Kişisel marka olmuş insanlar diğer insanlara örnek oluştururlar, başarıları özendirir ve takdir edilirler.
Kişisel marka olan insanların her attıkları adıma dikkat etmeleri, her söyleyecekleri sözden önce bir kez daha düşünmeleri gerekmektedir. Böyle insanların genellikle buna dikkat ettiklerini ve genel tutumları ile çevrelerindeki diğer insanlara fark yarattıklarını söyleyebiliriz.
Ancak bazı “Ünlüler” için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir. Örneğin televizyondaki bir canlı yayında yanlış bir cümle yüzünden bir gecede sönen şöhretleri yakından biliyoruz. Tabii bunu dikkate almayan ünlüler de yok değildir, ama ne kadar toplum tarafından önemsendikleri de tartışılabilir. Kısaca, “Ünlü” olabilirsiniz, ama “Kişisel Marka” olamayabilirsiniz.
Hatalı davranan veya yanlış söylemleri ile toplumun değerlerini anlamayan veya önemsemeyen ünlü kişilerin, hem şöhretleri, hem de işleri değer kaybeder.
“Ün” ve “Un” birbirine destek verdikleri gibi, birbirlerine zarar da verebilirler.
Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde canlı bomba saldırısında hayatını kaybedenlerin anısına olayın olduğu yere çiçek bırakmanın bir anlamı vardır. Bu çiçeğin “Karanfil” olmasının bir önemi yoktur; önemli olan o masum insanları anmak ve teröre karşı olduğunu göstermektir. Zengin olduğu için “Gül” bırakıp, bunu da kameralar önünde alay ederek anlatmak, hiçbir şey kazandırmaz, üne zarar verir, ürettiklerini olumsuz yönde etkiler ve “Kişisel marka” olmaktan iyice uzaklaştırır…
Önemli olan “Yanlış anlaşıldım” dememektir, yanlış anlaşılmayacak cümleler söylemektir. Ne güzel demiş atalarımız: “İki kere düşün, bir kere konuş…”
İyi Pazarlar…
2016/115