Pazar… Pazar…
Üçüncü Köprünün açılması ile birlikte eski günler canlandı gözümde…
60’lı ve 70’li yıllarda henüz İstanbul Boğazı’nda bir köprü yokken, Kabataş’ta saatlerce Araba Vapuru kuyruğu beklenirdi. Dedemler Çengelköy’de oturdukları için, özellikle pazar günleri oraya gitmek hepimiz için eziyet olurdu. Kuyruk sırası beklerken simit, mısır, araba için aksesuarlar, nazar boncukları veya su satan satıcılar arabaların etrafında dolaşıp dururlardı.
Bugün geriye dönüp baktığımda, neden ısrarla önce yeşil kaplumbağa Volkswagen, sonrasında ise Renault 12 arabamızla boğazı geçmek için beklediğimizi anlayamıyorum. Halbuki Kabataş’tan arabalı vapura yaya olarak binip, oradan da otobüsle Çengelköy’e çok daha çabuk ulaşmamız mümkündü… Hatta Üsküdar’dan taksiye bile binebilirdik, ama ne mümkün, ısrarla araba ile gitmek zorundaydık sanki. Taksilerin de taksimetrelerinin arabanın dışında ayrı bir mekanik saat olduğunu da dün gibi hatırlıyorum. Babamların nesli kendi özel arabaları ile ilk defa tanıştıkları için, arabaları da kendileri için çok özeldi. Hem arabalarına özenle bakar, hem de her yere arabayla gitmeye çalışırlardı.
1970 yılında Boğaziçi Köprüsü’nün yapımına başlandı. İstabul’un nüfusu aynı yıl yapılan nüfus sayımına göre 2.132.407 kişiydi. Yapılan çevre yollarının ve özellikle Mecidiyeköy’deki köprü bağlantı yolunun en yakın tanıklarıyız, çünkü Gayrettepe’de oturuyorduk ve her gün hızla ilerleyen köprü çalışmalarını izleyebiliyorduk. Mahalledeki arkadaşlarla henüz yapımı devam eden, bugün ise trafiğin adım adım ilerlediği, o geniş yollarda bisikletlerimizle köprünün bacaklarına kadar giderdik. 1973 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 50. yılı şerefine Boğaziçi Köprüsü hizmete açılmıştır. İlk yaşanan izdihamdan dolayı köprü sallanmıştır. O tarihlerde “Doğuda elektrik yok, köylerde yol yok, İstanbul’a asma köprü yapılıyor” eleştirileri yapılmaktaydı; ancak İstanbul’un o tarihlerde bile trafikten boğulma durumunda olması bir gerçekti.
İlk köprünün açılmasından 13 yıl sonra, yani 1986 yılında ikinci köprünün yapımına başlandı. İstanbul’un nüfusu 1985 yılı nüfus sayımına göre 5.475.982 kişi olmuştu. Bu kez Fatih Sultan Mehmet Köprüsü için çevre yolları yapılmaya başlandı. Bugün o yollar da yetersiz gelmektedir. 03 Temmuz 1988 tarihinde köprü açılmıştır. Açıldığı gün köprüden geçmiş ve bana o gün için yol çok uzun gelmişti. Bir ara “Kimse bu köprüyü kullanmaz, yolu çok uzatıyor” diye düşünmüştüm. Ama gel gelelim ki, bugün için FSM Köprüsü bile yetersiz gelmektedir. Hatta çoğu zaman tekrar birinci köprüye, yani şimdiki adı ile “15 Temmuz Şehitler Köprüsü”ne geçiş yapmaktayız.
İkinci köprünün açılmasından 27 yıl sonra ise 2013 yılında üçüncü köprünün ve çevre yollarının inşaatına başlanmıştır. İstanbul’un nüfusu aynı yıl 14.160.467 kişiye ulaşmıştı. Bu hafta, yani 26 Ağustos 2016 tarihinde ise Yavuz Sultan Selim Köprüsü hizmete açılmıştır. Bugün için yolları uzun ve çok uzak gelse de, sadece 5-10 yıl sonra bu köprünün de yeterli gelmeyeceğini öngörmekteyiz.
Görüleceği üzere, İstanbul’a gerçekleşen ve asla durulamayan bir göç söz konusudur. Bu göç sürdüğü ve yatırımların ülke geneline yayılmadığı sürece İstanbul’un nüfusu hızla artmaya devam edecektir. Nüfusun bu kadar hızlı artması karşısında ne köprüler yeterli gelebilir, ne de tüneller desek yanlış olmaz… Kim iktidarda ve yönetimde olursa olsun, bu hıza uyum göstermek için, İstanbul’a yol, köprü, tünel yapmak zorunda kalmıştır ve gelecekte de yapmaya devam edecektir. Geçmişte böyle olmuştur, gelecekte de böyle olacaktır.
Kuşkusuz İstanbul’a yapılan yatırımlar “İstanbul” markası için çok değerlidir ve tüm ülke nüfusunun yaklaşık %20’sinin yaşadığı bu şehir için kaçınılmazdır. Peki %80’ninin yaşadığı ülkenin diğer kesimlerine yapılan yatırımlar ne durumda? Akıllara ister istemez Vilfredo Pareto’nun “80-20 kuralı”, ya da “Önemli azın yasası ve etken seyrekliliği ilkesi” gelmektedir. Yani, çoğu olay, etkilerin kabaca % 80’i, etkenlerin % 20’sinden kaynaklanır.
Gerçekten göçü azaltacak veya ilgili bölgelerde istihdam ve ekonomi yaratacak yatırımlar yapılmakta mıdır? Yıllardır süren yatırımların ne kadarı tamamlanmıştır ve ülke ekonomisine ne kadar katkı yapacaktır? Tüm yatırımların özel sektör tarafından yapılması mı öngörülmektedir? Doğu ve güneydoğu için verilen yatırım teşvikleri yeterli midir? Kaliteli iç gücünün istihdamı için Anadolu kentleri ne kadar cazip hale gelecektir? Anadolu’daki genç ve kadın girişimciler için teşvik ve yatırım kredileri kolaylıkla verilebilecek midir? İş ve ekonomi için Anadolu’daki KOBİ’lere hangi destek programları uygulanmaktadır? Özellikle gençlerin iş bulma umutları yine büyük illerde mi sürecektir? Yoksa herkes kendi kentinde veya bölgesinde eğitim gördüğü alanda iş bulma veya iş kurma imkânına kavuşacak mıdır? Ekonomi, ihracat, hayvancılık ve tarım politikalarımız geri kalmış bölgeleri kapsamakta mıdır?
Bu soruların cevaplarının hepimizi mutlu etmesi dileği ile…
İyi Pazarlar
2016/137