HACİZ GELDİ
Vepa’da çalışmaya başladığım ilk günlerde, şirketi ve çalışanları tanımaya başladım. “Product Manager” yani bir ürün müdürü olarak, şirketin üretmiş olduğu ürünleri incelemeye başladım. Beni fabrikaya gönderdiler ve orada üretim hattını görme şansım oldu. Pazarlama müdürü Süreyya Bey “Biraz piyasayı tanıman lazım, ben de ürünlerimizin pazardaki durumunu görmek istiyorum” dedi ve bir “Pazar araştırması” yapmak üzere, müşterimiz olan ve olmayan tüm eczane ve parfümerileri bir hafta boyunca ziyaret etmemi istedi. İzlenimlerimi de bir rapor olarak aktarmam gerekiyordu.
O yıllarda bilgisayar şirketlere daha yeni girmeye başlamıştı. Dev gibi bilgisayarlar, kocaman odalarda bulunuyor ve sadece bilgisayar görevlileri tarafından veri yükleniyor ya da rapor alınıyordu. Bir rapor istediğimizde, görevlilere bildiriyor ve en az iki gün bekliyorduk. Gelen rapor da çoğunlukla eksik veya yanlış verilerden oluşuyordu. Bu nedenle, kimse bilgisayardan alınan raporlara güvenmiyordu ve elle yazılan standart “Cari hesap defterleri” tutulmaya devam ediliyordu. Sonuçta bilgisayarla tanışmamış olduğumdan dolayı, ben de düz bir kağıda el yazımla anket formu hazırladım. Ziyaret edeceğim perakende noktanın adı, adresi ve ziyaret tarihi gibi bilgiler için bölümler oluşturdum. Bizim ürünler ve rakip ürünlerle ilgili birtakım sorular hazırladım, sonra bunu daktiloda yazarak, fotokopi makinesinde çoğalttım. Neyse ki, fotokopi makinesi icat edilmişti.
Sonuçta haziran ayında, havalar iyice ısınmaya başladığı günlerde, kısa kollu gömlek, boynumda kravat ve içinde benim anket formları olan James Bond çanta elimde sahaya çıktım. O yıllarda anket çalışmaları daha yeni yapılmaya başlanmıştı. Bir eczane veya parfümerinin kapısından girip, “Ben Vepa’dan geliyorum, ürünlerimiz ile ilgili bir piyasa araştırması yapıyorum, beş-on dakikanızı alabilir miyim?” dediğimde, dükkan sahibi veya yetkilisi beni büyük bir ilgi ve nezaketle davet ediyor, oturmak için yer gösteriyor; hatta çay veya kahve ikram ediyordu.
İnsanların başkalarının yaptığı işlere saygısı vardı. Şimdilerde ise, herhangi bir araştırma veya anket için gelen gençleri insanların terslediğini gördükçe hem şaşırıyor, hem de üzülüyorum. Aklıma benim anket yaptığım dönem geliyor. Gerçekten sabır ve nezaket isteyen bir işti. Bu nedenle, anket veya araştırma için bana başvuran olduğunda, aklıma benim de zamanında yaptığım çalışma gelir ve bu kişilere nazikçe cevap vermeye çalışırım. Çok acelem olduğunda ise, tüm samimiyetimle özür dileyerek, zamanımın olmadığını ifade ederim.
Yaptığım pazar araştırmasında, çok çeşitli dükkanlara girdim ve aynı soruları defalarca kez sordum. Bir süre sonra hangi cevap düşünülerek veya bilinçli olarak veriliyor, hangi cevaplar kafadan atılıyor anlamaya başladım. Ankete uyduruk cevap verenleri kırmamak için, cevapları yine de işaretliyor, ama anket formunun yanına, kimsenin anlamayacağı şekilde bir işaret koyuyordum. Örneğin; “En çok hangi marka ruj ve oje satıyorsunuz? Hangi renkleri çok satıyorsunuz?” diye sorduğumda, marka ve renkleri ezbere söyleyenlerin cevaplarını doğru kabul ediyordum. Ama bu sorum karşısında, dönüp de rafa bakan, ürünlerin marka ve numaralarına göz atanların cevapları genellikle diğer yerlerden almış olduğum cevaplardan farklı oluyordu. Çok satan marka ve renkler her yerde çok satıyordu, geçiştirilen cevaplardaki renkler az satan renkler olabiliyordu. Zaten o dönemde pazarda o kadar çok marka yoktu, dolayısıyla çok da geniş ürün çeşitlerinden söz etmek mümkün değildi.
Bu bir haftalık süre çabuk geçti ve doldurmuş olduğum anket formlarındaki bilgileri, özet bir tabloya aktararak müdürüme teslim ettim. Formu inceleyen müdürüm, hazırlamış olduğum araştırma raporunu çok beğendi ve bu çalışmayı genişleterek birkaç hafta daha tüm İstanbul’da yapmamı istedi. Böylelikle İstanbul kazan ben kepçe, bütün semtleri dolaşarak bu araştırmayı sürdürmeye devam ettim.
Bu araştırmayı biraz daha genişletmeye karar verdik ve ziyaret ettiğim perakende noktalar eğer bizim ürünleri satmıyorlarsa, bizim markalara ilgi duyup duymadıklarını da sormaya başladım. Eğer perakendeci veya yetkili kişi bizim ürünleri satmak istiyorsa notumu alıyor, ertesi gün satış ekibinden noktanın bulunduğu bölgenin satış temsilcisini yönlendiriyordum. Hatta sonradan yanımda sipariş föylerini de almış, sipariş vermek isteyen perakende noktaların, siparişlerini de yazıyor, satış temsilcisine teslim ediyordum.
Elimde müşteri listemiz ve semtlerdeki parfümeri ve eczaneleri araştırırken, müşterimiz olmayan bir parfümeriye girdim ve her zaman olduğu gibi, “Ben Vepa’dan geliyorum, ürünlerimiz ile ilgili bir piyasa araştırması yapıyorum, beş-on dakikanızı alabilir miyim?” diye sordum. Beni büyük bir nezaketle içeri davet ettiler, parfümeri sahibinin gösterdiği iskemleye oturdum ve çantamı kucağıma koyarak içinden anket formumu ve kalemimi çıkardım. Parfümerinin adını ve adresini yazdıktan sonra, sorularımı sormaya başladım. Gerçekten bilgili ve güzel cevaplar veriyorlardı, formumu güzelce doldurdum. Ardından bizim ürünlerden söz edip, ilgilenip ilgilenmediklerini sordum. Bizimle yıllardır çalışmak istediklerini, fakat hiçbir satış temsilcisinin gelmediğini söylediler. Bu sözün üzerine, çantamdan sipariş föyünü çıkardım ve parfümeri sahibinin tanıdığı ürünlerin siparişlerini sipariş föyüne aktarmaya başladım. Parfümeri sahibi oldukça iyi bir sipariş yazdırmıştı. Tabii ki, bu siparişi söz konusu bölgeye bakan satış temsilcisi değerlendirecek ve uygun ise gönderecekti, yine de sipariş almaktan dolayı heyecanlanmış ve keyiflenmiştim. Sipariş föyünün sonuna gelmiştim ki, kapıdan takım elbiseli üç kişi girdi. En öndeki: “Biz icradan geliyoruz, ödenmemiş senetleriniz var, hacize geldik” demezler mi? Neye uğradığımı şaşırdım, meğerse “Batak” bir noktadan sipariş almışım.
Bir anda kendimi garip konuşmaların ve giderek alevlenen tartışmaların ortasında buldum. Apar topar anket formunu ve sipariş föyünü çantama koydum “Bana müsaade lütfen…” diyerek veda ederek, kapıya doğru yöneldim. Kapıdan arkama bakmadan çıkıyordum ki “Sen benim siparişlerimi gönder…” diye parfümeri sahibinin bana seslendiğini duydum. Kendi kendime “Yok artık, daha neler, acemiyiz tamam da, batak yere mal göndertecek kadar da değil yani…” diye söylenerek, başka bir perakende dükkana doğru yöneldim.
Son yıllarda satıcıların “Mal satmak kolay, önemli olan tahsilatını yapabilmek” dediklerini duyduğumda, onlara hak veririm. Ticaret o kadar zorlaştı ki, herkes malı alana kadar “Ballı kaymaklı” oluyor, ödeme konusu geldiğinde ifadeler değişiyor ve satıcılar ödeme alabilmek için aynı perakendeciye defalarca kez ziyaret yapmak zorunda kalıyorlar.
Devamı haftaya Salı günü…
25 Aralık 2018