SALI SOHBETİ – 16

LANSMAN GECESİ

Enrico Coveri parfümlerinin satışını yaparken, şirkette yaptığımız toplantıda, bir lansman gecesi düzenlememiz gerektiği fikrinde birleştik. Sonuçta, parfümün bayiliğini alan müşterilerimiz, şirketimizin yönetim ve satış kadrosu ve basın mensuplarını da davet edeceğimiz bir gecenin detaylarını konuştuk ve bu gecenin tüm hazırlıklarını yapmak üzere, birkaç arkadaşım ile birlikte görevlendirildim. Bu lansman gecesi kusursuz olmalı, her detay düşünülmeli, parfümü satacak perakendecileri ürünle heyecanlandırmalı ve basında da ses getirmeliydi.

Bu geceyle ilgili önce çeşitli otellerin balo salonundan yemek ve müzik dahil olacak şekilde fiyatlar aldık, katılacak tahmini kişi sayısını belirledik. İstanbul dışından gelecek bayilerin uçakla geliş ve gidiş masraflarıyla konaklama bedellerini hesapladığımızda çok yüksek bir bütçe gerekeceğini fark edince, bu lansman gecesine sadece İstanbul’daki bayileri davet etmemizin daha uygun olacağına karar verdik. Ankara, İzmir ve Adana’da daha küçük çaplı da olsa ayrı birer gece düzenlememiz daha iyi olacaktı, hem daha az bir bütçe kullanmış olacaktık, hem de bu bölgelerden işlerini bırakıp, İstanbul’a gelemeyecek olan bayileri de küstürmemiş olacaktık.

Parfüm serisinin renkleri olan fuşya ve yeşil renklerde davetiyeler bastırdık. Yine yeşil ve fuşya renginde masa örtüleri diktirdik. Madem İtalyan bir parfüm serisinin lansmanı olacaktı, o halde ona uygun bir menü olmalıydı. Yiyecek içecek müdürü ile görüşerek İtalyan menü seçtik. Yemek sonundaki kahveleri bile “expresso” ya da “cappucino” olarak belirledik. O dönemde bu kahveler ülkemizde pek de bilinmiyordu. Balo salonunda İtalyan müziklerinin çalınmasını istedik ve her masaya Leonardo, Michelangelo, Tiziano, Paganini, Caravaggio gibi ünlü İtalyan ressam ve müzisyenlerin isimlerini verdik ve bunları önceden bastırmış olduğumuz masa kartlarına yazdırdık. Daha sonra yapacağımız çekilişte kullanmak üzere, her masa kartının ucunda, koparılmak üzere aynı ismin yazılı olduğu minik bir kart daha vardı. Masa düzenlemelerini yaptık, hangi bayinin, hangi masada oturacağını ve hangi masada şirketimizden bir yöneticinin olacağını önceden belirledik.

Davetiyeleri dağıttık ve lansman gecesini beklemeye başladık. Gecenin yapılacağı son gün sabahtan otele gittim, tüm hazırlıkları kontrol ettim, hiçbir sorun görünmüyordu. Son anda aklıma bir fikir geldi. Christian Dior, Poison parfümünün Paris’teki lansmanı sırasında, Galleries Lafayette mağazasının tamamını bu parfümle kokmasını sağlamıştı ve koku mağazadan tüm caddeye yayılmıştı. Ben de balo salonunu Enrico Coveri’nin parfümü ile kokmasının çok güzel olacağını düşündüm ve bunun için erkek parfümünü seçerek, yakın bir eczaneden aldırdığım pamuklara birer şişeyi boşaltarak, havalandırmalara koydurdum. Balo salonunun her yanına bulunan havalandırma ızgaralarının altına konan parfümlü pamuklara hava gelmeye başlayınca gerçekten salon inanılmaz derecede parfüm kokmaya başladı. Sonradan salona giren davetliler, bu güzel kokuyu çok beğendiler ve bunu nasıl düşünmüş olduğumuzu hayretler içinde birbirlerine sordular. Christian Dior’dan esinlendiğim fikir iyi bir netice vermişti. Bu arada, parfümün tanıtımı için yapacağım konuşmayı tekrar tekrar gözden geçirdim ve ezberlemeye çalıştım. İlk defa böyle bir “gala” gecesinde ve kalabalık bir davetli topluluğuna konuşma yapacaktım, ayrıca şirketin patronları da salonda olacaktı. Heyecandan dizlerim titriyordu; kendimi nasıl kontrol edeceğimi bilemiyordum.

Lansman gecesi davetlileri ve basın mensupları birer ikişer gelmeye başladı. Girişe koyduğumuz masada, aslında şirketimizde sekreter olarak çalışan kızlar, hosteslik görevini üstlendiler. Gelen konuklara oturacakları masayı bildiriyor ve masa isimlerinin yazılı olduğu minik kartları veriyorlardı. Kokteyl kısmında herkes birbiriyle selamlaştı ve tatlı sohbetler yapıldı. Yemek kısmına geçildi ve herkes kendi masasına oturdu. Ortam mükemmeldi. Benim konuşma yapacağım ve parfümü tanıtacağım an geldikçe, yüreğim sıkışmaya başladı, neyse ki konuşmamı noktasına virgülüne kadar ezberlemiştim.

Yemeklerin ilk bölümünün servisinin ardından, sıra benim konuşmamdaydı. Yüksekçe bir yere konan konuşma kürsüsüne çıktım, mikrofona doğru yaklaştım. Bütün bakışlar bana döndü, önce konuşmalar, sonra çatal bıçak sesleri kesildi. Tüm davetliler ve şirketimiz mensuplarının bakışlarını üzerimde hissettim, yine sırtımdan bir ter damlasının aşağıya doğru aktığını hissettim ve konuşmaya başlamak üzere gırtlağımı temizledim. Ağzımı açtım, ilk sözlerim “Değerli konuklarımız, değerli basın mensupları, hoş geldiniz…” olacaktı, fakat ağzımdan tek kelime çıkamadı. Ne söyleyeceğimi unuttum; saniyeler geçiyordu, fakat bu süre bana neredeyse bir asır gibi geldi. “Allah’ım, ne söyleyecektim ya…” diye kafamdan geçirmeye başladım, hiçbir şey aklıma gelmediği gibi, tüm konukların bana bakışı karşısında, daha da heyecanlanmış, gerçekten dizlerim zangır zangır titremeye başlamıştı. Neyse ki önümde bir kürsü vardı da, insanlar ellerimin de titrediğini fark etmediler. Aradan kaç saniye geçti bilmiyorum, ama bana bu süre gerçekten hiç geçmedi gibi geldi. Nihayet ağzımdan sözcükler çıkmaya başladı, ama ne söylediğimi kendim de bilmiyordum. Ezberlemiş olduğum konuşma ile hiç ilgisi olmayan bir şeyler söyledim ve sonunu da “İşte… Enrico Coveri böyle bir parfüm serisi!” diye tamamladığımı hatırlıyorum. Konukların alkışları arasında kürsüden indim, bu o gece yaşadığım ilk felaket olacaktı, ikincisinde ise daha büyük bir şok beni bekliyordu… Müdürüm Süreyya Bey’in yanına gittim, “Kusura bakmayın, heyecandan tüm sözleri unuttum, nasıldı? Neler söyledim?” gibi soruları heyecanla kulağına fısıldadım, bana gülerek: “Boş ver, Enrico Coveri de zaten çılgın bir modacı, onu tanıtanın da çılgın bir konuşma yapması doğaldır” demesi üzerine, ne kadar saçmaladığımı tahmin etmem zor olmadı. Yine de masaların arasında dolaştığımda, konukların bana gülerek baktıklarını bugün bile hatırlıyorum.

Aradan yıllar geçti, o sürede onlarca lansman konuşması, seminer sunumu, çeşitli toplantılarda konuşma yaptım. Bir daha asla bir metni ezberleyerek konuşma yapmadım. Ama elimde veya cebimde her zaman konuşacağım konuların başlıklarını yazdığım küçük bir not kağıdı bulunur. Çeşitli yıl sonu veya bayi toplantılarında konuşma yapacak olan genç arkadaşlarıma da, metinlerini ezberlememelerini ve üzerinde sadece başlıkların bulunduğu notlarla sunum yapmalarının doğru olacağını öğütlerim. Heyecanlarını yenmek içinse, hiç olmazsa bir kez bu deneyimi yaşamaları gerektiğini, ikinci ve sonraki konuşmalarda, heyecandan eser kalmayacağını ifade ederim. Nitekim benim de öyle oldu; aynı gece ikinci kez kürsüye çıkmam gerektiğinde, sanki yılların sunucuları gibi rahattım artık.

Lansman gecesinin en önemli sürprizi İtalya seyahati hediyesiydi. Bu seyahati çekilişle verecektik. Yapmış olduğumuz plana göre, hostes olarak görev yapan kızlar masaları dolaşacak ve masa isimlerinin yazılı olduğu kartların, yine aynı masa isimlerin yazılı olduğu kısımlarını koparacaklar ve kürsüye koymuş olduğumuz buz kovasının içine atacaklardı. Ben de bu buz kovasından bir masanın ismini çekecektim. Masa belli olduktan sonra da, masadaki konukların ismini ayrıca yazıp, tekrar çekecektik, böylelikle ikinci çekilişte ismi okunan konuğumuza eşi ile birlikte İtalya seyahatini hediye edecektik.

Ben yine kürsüye çıktım; İtalya seyahat hediyesi için masa isimleri arasından çekiliş yapacağımızı ve sonrasında ikinci çekilişle talihlinin belirleneceğini, bu kez hiç şaşırmadan anlattım. O ana kadar hiçbir sorun yoktu, kızlar masa isimlerini topladılar ve kürsünün yanında bulunan buz kovasının içine attılar. Sıra çekilişe geldi, mikrofon elimde, çekiliş anonsunu yaptım, yine tüm davetlilerin, şirket yöneticilerinin bakışları bana çevrildi, çekilişi yapmak üzere, elimi buz kovasının içine bakmadan daldırdım ve elimi bileğime kadar suyun içinde buldum. Bir şok daha yaşadım o anda; masaların isimlerinin yazılı olduğu kartlar da suyun içinde birbirine yapışmış ve yüzüyordu. Neye uğradığımı şaşırdım, ama belli etmemeye çalıştım, ama gömleğimin manşeti ve ceketimin kolu ıslanmıştı. Tüm davetliler bana bakıyordu, benimse elim hâlâ buz kovasının içinde duruyordu. Meğerse bizim boş olarak koymuş olduğumuz buz kovasının içine, garsonlardan biri, buzları doldurmuş, buzlar da erimeye başlayınca kovanın içi suyla dolmuş.

Şimdi, çekilişi durdursam daha büyük fiyasko olacak, zaten “Çılgın bir konuşma” yapmıştım, bir de “Çekiliş yapılacak masa isimleri suyun içinde” dersem, iyice rezil olacaktım. En iyisi çaktırmadan devam etmeye karar verdim, neyse ki masalar kürsüden uzaktaydı ve davetliler durumu anlamadılar; sadece çekiliş sırasında yanımda duran hostes arkadaşımız, bana şaşkınca bakıyordu. Elim ıslanmış bir şekilde, kovadan ıslak bir kağıdı diğerlerinden ayırarak çıkardım ve okumaya çalıştım. O da ne? Karttaki yazılar akmıştı, ama silik de olsa, ilk birkaç harfi okuyabildim ve gerisi tahmin ederek, mikrofondan, “Talihli masa: Leonardo masası” diye anons ettim. Bu masada patronum Vedat Bey ve eşi de oturuyordu. Kesinlikle bir torpil yapmamıştım, ama patronumun olduğu masanın talihli masa çıkmasının nedeni, daha sonraki günlerde ziyaret ettiğim müşteriler tarafından şakayla karışık soruldu.

Neyse, ilk çekilişi atlatmış, ikinci çekiliş için, masadaki konukların isimlerini birer kağıda yazıp, yine buz kovasının içine atmak gerekiyordu. Bizim hostesler isimleri kağıda yazarlarken, ben de garsonlara işaret ederek, bu kez içinde buz olmayan bir buz kovası istedim ve tekrar çekilişi yaptık. İtalya seyahati hediyesini masada bulunan eczacı bir müşterimiz kazandı.

Lansman gecesini böylelikle tamamladık, o geceden bana birkaç önemli ders kaldı. Hangi organizasyon olursa olsun, en ince detayına kadar, bir kez daha kontrol etmeye çalışırım. Bazen bir toplantıda, örneğin “Pasta tamam, merak etmeyin, biz getireceğiz” diyen garsonlara, “Boş buz kovasının içine, buz konmuştu; ben yine de bir bakayım…” diye söylenerek pastayı kontrol ettiğim olmuştur.

Devamı haftaya Salı günü…

29 Ocak 2019

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir