SEZON FİNALİ
ÇAYA LİMON
Dergilere verilecek reklam görüşmelerini o zamanlar kendimiz yapıyorduk. Türkiye’de yayımlanan önemli dergilere, zaman zaman tam sayfa ilanlar giriyorduk. Bütçemiz kısıtlı olduğu için, bir sayfa ilan için bile inanılmaz pazarlıklar yapıyordum. Dergiler de bazen ilan veren şirket bulmakta zorlandıkları için, “İlan veren başka şirketlerin duymaması” koşuluyla, gerçekten çok indirimli fiyatlar teklif ettikleri oluyordu.
Bir sabah benden bir derginin reklam müdürü randevu istedi, ben de kendisini davet ettim. Bulunduğumuz bina iki katlıydı ve bodrum katta depo bulunuyordu. Giriş katında, santral bölümü, çay ocağı ve sevk edilecek ürünler için bir alan, üst katta ise yöneticilerin odaları, muhasebe bölümü ve toplantı odası bulunuyordu.
Reklam müdürü bayanın geldiğini haber verdiklerinde, odama gelmesini söyledim. Gelen gerçekten çok hoş bir bayandı, karşıma oturdu. Nazikçe “Size ne ikram edebilirim?” diye sordum, o da “Çay rica edeceğim, ama yanında limon olursa memnun olurum” dedi.
“Hayda, nereden çıktı bu limon işi, bizde limon bulunmaz ki, burası Hilton Oteli mi?” diye aklımdan geçirdim, açıkçası sinir olmuştum, ama belli etmeden, çay ocağındaki Servet Hanımı dahili telefondan aradım ve ona “Servet Hanım, bize iki çay, ama yanında limon olsun” dedim.
Bu kez sinirlenme sırası Servet Hanım’a geçmişti, bana tiz sesiyle “Hakan Bey, limon yok” dedi. Zaten Servet Hanım’ın cevabını reklam müdürü bayan da duydu, eliyle “Önemli değil, limon olmadan da içerim” gibisinden hareketler yapıyordu. Ama ok bir kere yaydan çıkmıştı, limonlu çay gelecekti. Servet Hanıma “Kenan’a söyle, iki limon alsın gelsin” diyerek telefonu kapattım.
Yaklaşık altı veya yedi dakika sonra kapı çalındı ve kapıda yaklaşık 1.90 boylarındaki depocu Kenan belirdi. Elinde iki adet limon, yanıma gelerek “Hakan Abi, limon istemişsin, buyur” demez mi?
Şaşkınlık içinde “Hay Allah, iyice rezil olduk reklam müdürü kadına” diye aklımdan geçirerek, “Bu limonları, Servet Hanıma götür, sekiz parçaya dilimlesin ve çayların yanına birer dilim koyarak, bize getirsin lütfen” dedim.
Sinir olmuştum, reklam müdürü bayan da sanırım limonlu çay istediğinden pişman olmuştu. Ama sonunda limonlu çay gelecekti, ama Servet Hanım çayları servis yaparken, reklam müdürü kadına öyle bir bakış attı ki, hani “Zıkkım iç” der gibiydi. Bu kez gülmemek için kendimi zor tuttum.
Ben Servet Hanım’a “Kenan’a söyle iki limon alsın gelsin” dedikten sonra, o da bodrum kattaki depocu Kenan’ı aramış ve “Marketten iki limon al” demiş. Kenan da “İşim var, gidemem” diye cevap verince, Servet Hanım da “Valla Hakan Bey istiyor, sen bilirsin” demiş. Böylelikle Kenan da, limonları kaptığı gibi, çay ocağına filan uğramadan direkt benim odama getirmişti.
Reklam müdürü bayan gittikten sonra, birkaç gün şirkette personele limonlu çay servisi yapıldı, çünkü iki limondan oldukça fazla dilim çıkmıştı, ancak bitirebildik. Hatta o günlerde, İzmir’den Aromel Kozmetik’in Yönetim Kurulu Başkanı Ali Bey bir iş için İstanbul’a gelmişti. Servet Hanım, ona da limonlu çay servisi yaptığında, gülerek bana döndü ve “Ooo Hakan Bey, işler çok iyi galiba…” diye espri yaptı.
“Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer” demişler. Bir iş görüşmesine gittiğimde, bana bir ikramda bulunmak istediklerinde, asla zor bir şey istemedim, genellikle “En kolayda ne varsa…” diye cevap vermeyi tercih ettim. Çay demlenmemiş olur, kahve bitmiş olur; insanları zor durumda bırakmamak lazım. Bu görüşümü “İyi Satıcı Olmak” isimli kitabımda da yazdım. Bir iş görüşmesinden verimli sonuçlar elde etmek istiyorsanız, karşınızdakini zor durumda bırakmayınız ve konuyu ilgisiz şeylerle dağıtmayınız.
Devamı Eylül ayında…
02 Temmuz 2019