COSMOPROF’TA ALIX AVIEN
Dünyanın en önemli kozmetik fuarı olan Cosmoprof’a bir stant kurma kararı alındı. Bu fuardan önce Alix Avien renkli kozmetik serisinin ambalajları yenilendi, yepyeni ürünler seriye eklendi ve yeni stant tasarımları yapıldı.
Bütün bu yenilikler için ilgili arkadaşlarımız aylarca süren yoğun çalışmalar yaptılar. Bütün bu yenilikleri dünyaya ilk defa Cosmoprof’ta tanıtmak üzere bir plan yapıldı. Hem de markamız Fransız pavyonunun, en önünde yer alacaktı. Alix Avien serinin “Dünya Lansmanı” İtalya’da yapılacaktı. Bu haber tüm şirketi heyecanlandırdı. Şans benim yüzüme güldü, fuarda bu ürünün sergilenme ve tanıtım işini yapacaktım, yani kısacası fuarda görevli ekibin içinde ben de yer almıştım.
Şirketimizin diğer ürünleri olan Dalin, Sesu, Voila, XO parfümleri de fuarda sergilenecekti. Zaten toplamda dört kişi gidecektik. Ben ve ihracat departmanından İlker Okan, fuara önce gidecek, standı kuracak ve hazırlıkları yapacaktık. Diğer mesai arkadaşlarımız Murat Atilan ve Aykut Uzunoğlu bize sonradan katılacaktı.
Zamanında Türk şirketlerinin çok arka pavyonlarda yer bulabildiği, dünyanın kozmetik alanındaki en büyük fuarı sayılan Cosmoprof’ta böyle bir yer bulmamız ve fuar süresince bizi ziyaret eden yüzlerce yabancı ziyaretçiye bir Türk şirketi olduğumuzu söylememiz bize çok gurur verdi. Yıllar önce bu fuara gittiğimde, stantlara uğramaya cesaret edemediğim ve turist gibi dolaştığım zamanlardan, bir kozmetik ülkesi olan Fransız pavyonunun en önünde yer alan stantta görev yapmak, bana çok farklı duygular yaşattı ve fuar süresince “Nereden nereye?” diye düşünmemi sağladı. Ülkeler sahip oldukları güçlü markalarla anılırlar. Ülkemizin bu tip fuarlarda çok daha fazla markayla temsil edilmesinin, ekonomik geleceğimiz açısından çok önemli olduğunu sanırım hepimiz kabul ederiz. Yalnız kozmetikte değil, birçok sektörde ithalat ağırlıklı çalışmaktan, dünyaya ihracat yapan bir ülke olma yolunda hızla ilerliyoruz. Bu açıdan baktığımızda, büyük veya küçük ölçekli her şirketin dış pazarları araştırması ve ihracat girişimleri yapması gerekir. Tabii bunun da en etkin yolu, yabancı müşterilerle en kolay buluşma ve ürünleri tanıtma imkânı olan fuarlardan geçmektedir.
Tüm hazırlıklar yapıldı, ürünler koli halinde, stantlar da orada bir araya getirilmek üzere, birkaç parça halinde fuardaki standımızda teslim edilmek üzere gönderildi. Kamyonla sevk edilecek stantta bir hasar olma riskine karşılık, standın içindeki aydınlatmayı sağlayacak floresan ampulün bir yedeğini yanımızda götürmeye karar verdik. Fuara gidiş günü geldiğinde, İlker’le birlikte havaalanına gittik ve Bologna’ya gitmek üzere Türk Hava Yolları kontuarına geldik. Bazı numuneleri de yanımızda götürme kararı aldığımızdan, fazladan iki valizimiz vardı, kendi giysilerimizin de olduğu birer valizimiz olduğu için, toplam dört valizi uçağa verdik; biniş kartlarımızı aldık. El çantamın yanı sıra, elimde bir de floresan ampul vardı, uçağa mecburen böyle binecektim. Uçuşumuz Roma aktarmalı olacaktı ve Bologna’ya varışımız akşam üzeri olacaktı.
Önce Atatürk Havalimanı’nın, sonra Roma Havalimanı’nın güvenlik kontrolünden, elimde floresanla geçtim. Roma’da yaklaşık üç saat Bologna’ya uçacak iç hatlar uçağını bekledikten sonra, uçağa alındık. Akşamüzeri Bologna’ya indiğimizde daha hava aydınlıktı. İlker’le birlikte valizlerimizi beklemeye başladık, fakat valizlerin geldiği banttan sadece üç valizimiz geldi. Numunelerin olduğu iki valiz ve benim kıyafetlerimin olduğu valiz gelirken, İlker’in kıyafetlerinin olduğu valiz gelmedi. İlker bana “Hakan Bey, benim valiz kayboldu galiba, ne yapacağız?” diye endişeli bir sesle sorduğunda, ben de kendisini “Merak etme, benim kıyafetlerden sana bir şeyler uydururuz…” derken, kendisinin benden yaklaşık iki beden daha küçük olduğunu fark ettim.
O da bu söylediğimden pek tatmin olmadı, ama yapılacak bir şey yoktu. Gelen valizleri bagaj taşıma arabasına yükledik, üzerine de floresanı yatırdım ve “Kayıp Bagaj” bürosuna doğru hareket etmeye başladık.
Bu arada Lufthansa Alman Hava Yolları ile Münih üzerinden direkt olarak Bologna’ya inen uçaktan çıkmış ve valizlerini alarak çıkış kapısına doğru ilerleyen, İstanbul’dan tanıdığım bir şirketin yetkilileriyle karşılaştık. Onlar da bizim gibi fuara gelmişlerdi, birbirimize selam vererek geçtik. “Kayıp Bagaj” bürosunun önüne geldiğimizde, bizim gibi birkaç yolcu valizlerinin kaybolduğunu bildiriyordu. Tam sıra bize gelmişti ki, bir görevli büyük bir taşıma arabasına yüklenmiş 9-10 parça valiz getiriyordu. İlker gelen valizlere bakarak, büyük bir sevinçle “Benim valiz geldi…” dedi. Bu valizler uçaktan geç çıkarıldığı için, konveyörden çıkmamıştı, görevli memur da direkt olarak buraya getirmişti. İlker valizi kaptığı gibi, bagaj taşıma arabasına koydu ve çıkış kapısına doğru yöneldik.
Kapıdan çıktığımız anda, aylardan da Mart olduğu için, Bologna’nın soğuk havası yüzümüze çarptı. Tam kapının önünde uzunca bir taksi kuyruğuyla karşılaştık. Yolcular gelecek taksileri bekliyorlardı. Aklıma zamanında yine Bologna’ya geldiğimde karşılaştığım taksi grevi geldi. Neyse ki, önceden tanıdığım taksi şoförü Gianluca’yı ayarlamıştım da kuyrukta beklemek zorunda kalmamıştım. Ama ne yazık ki, yıllardır Gianluca’yı aramadım ve bu seyahatimde de aramayı hiç aklıma getirmedim. Bir an için “Ya yine grev varsa, ayvayı yediğimizin resmidir…” diye düşündüm, ama neyse ki öyle bir durum yoktu; ama yine de yolcuları almak üzere çok az sayıda taksi geliyordu.
Bu nedenle de kuyruk bir hayli uzundu. O anda kuyruğun ortalarında, biraz önce selamlaştığımız şirket yetkililerini gördüm. İlker’le birlikte yavaşça onlara doğru yaklaşarak “Merhaba Figen Hanım, nasılsınız?” dedim. Amacım onların yanında durarak, taksi kuyruğuna ortadan girmekti. Fakat Figen Hanım, biraz da şakayla karışık “Aaa… Hakan Bey, kaynak yapmayalım lütfen…” demez mi? Bunun üzerine, başımla “Pardon” der gibi bir hareket yaptım ve İlker’e dönüp “Hadi, geçelim kuyruğun sonuna” dedim.
Figen Hanım belki bunu şakayla olarak demiş olabilirdi, ama kuyruğun sonuna gitmek üzere hareketlendiğimizde de “Ay, durun şaka yaptım” demedi. Kuyruğun sonuna geldik ve sıra beklemeye başladık. Üzerimizde ceketlerimiz vardı ve Bologna’nın soğuk havası kendini hissettirmeye başladı. Bu gidişle en az bir yarım saat daha taksi beklememiz gerekecekti ve bu soğuk hava bu şekilde bize işlemeye devam ederse, ertesi gün ikimiz birden nezle olup, fuarda standımızı kuramayacaktık. Ayrıca Figen Hanım’ın bize böyle davranmasına da bir hayli bozulmuştum doğrusu ve “İnsan gurbette vatandaşına böyle yapar mı?” diye de aklımdan geçiriyordum.
Bir şeyler yapmalıydım, ama ne? Tam bu arada, çıkış kapısına birkaç defa girip çıkan, lacivert elbiseli, kravatlı, uzun saçlı, kısa boylu bir İtalyan gördüm. İlker’e “Şu kısa boylu adamı görüyor musun? İşte onun yanına gidip, bize bir araba lazım der misin?” dedim.
İlker çok şaşırdı ve “Hakan Bey, kim ki o?” diye sordu. “Sen boş ver kim olduğunu, ben de bilmiyorum, ama birkaç defa içeri girip çıktı, belli ki adam buralarda bir işler yapıyor, ona bir sor sen” diye cevap verdim.
İlker adamın yanına gitti, aramızda yaklaşık 20 metre vardı, etraf da kalabalıktı, ne konuştuklarını duyamıyordum ama konuşma uzayınca, işin olumlu gittiğini tahmin etmeye başladım. Bu arada da kuyrukta sadece birkaç metre ilerleyebilmiştim. Kuyruğun ilerisine doğru göz attığımda, Figen Hanım ve ekibinin sırasının da daha gelmediğini gördüm ve içimden sevindiğimi hissettim.
Biraz sonra İlker yanıma geldi ve “Adam limuzin şoförüymüş, müşterisi gelmemiş. Bizi götürebilmesi için müdürüne sorması gerekiyormuş. Müdürünü cepten aradı, ondan okey aldı. Otele kadar taksi 20 Euro yazıyor, bu adam 25 Euro istiyor, ayrıca fatura da verecek, masraf yazabiliriz, ne dersiniz?” diye sorunca “Deli misin? Bu fırsat kaçar mı? Söyle arabayı getirsin” dedim.
İlker, “Nereden anladınız, adamın şoför olduğunu?” der gibi bana bir bakış attı ve adama doğru koşar adım gitti. Birkaç dakika sonra tam önümüze kaldırımın yanına, siyah renk dev bir Mercedes araba geldi, camları koyu renkti. Tam bir protokol arabasıydı, arabanın büyüklüğüne inanamadım.
Ön taraftan biraz önce İlker’in konuştuğu adam indi; bagajı açtı, elimizdeki dört parça valiz, floresan, el çantası ne varsa bagaja koyduk, daha da yer vardı. Sağ arka koltuğa kuruldum, yanıma da İlker oturdu.
Şoföre adını sordum “Ricardo” dedi, “20 metre kadar geriye gidebilir misin?” diye sordum. Ricardo, arabayı geriye doğru hareket ettirdi, tam Figen Hanım ve ekibinin sırada beklediği yere kadar geldik. Koyu renk camı aşağıya indirdim ve “İyi akşamlar Figen Hanım, yarın fuarda görüşürüz” diyerek nispet yaptım.
Figen Hanım ve ekibi arkamızdan bakakaldılar; o şaşkınlıkla bakan yüz ifadelerini hiç unutamayacağım. Araba hareket ettikten sonra, İlker’le ikimiz kahkahalarla güldük.
Devamı haftaya salı günü…
11 Ağustos 2020