SALI SOHBETİ – 68

HİNDİSTAN SEYAHATİ

Üretim maliyetleri yükseldikçe, ürünlerin tüketiciye ulaştığı fiyatlar da yükselmektedir. Oysa toplum giderek daha fazla ekonomik düşünmekte ve harcamalarını kontrol altına almaktadır. Bunun sonucu olarak da pahalı ürünlerden ziyade, daha ekonomik fiyatlı ürünleri tercih etmeye başlamışlardır. Tabii ki, lüks tüketim ürünlerinin müşterileri bu durumdan pek etkilenmemiştir. Ama birçok ülkede daha ucuz ürünlere doğru kayan bir tercih vardır. Bizim de özellikle ihracatını yapmış olduğumuz “Parfüm” grubu gibi, ambalajı oldukça pahalı olan ürünlerimizin bundan etkilenmemesi mümkün değildi. Fiyatlar arttıkça, ihracat şansımız zora giriyordu. Yeni ambalaj alternatifleri ve üreticileri bulmamız gerekiyordu. Yaptığımız araştırmalara göre, dünyanın en ünlü parfüm markaları bile yaklaşık 10 yıldır daha ucuz ambalajları dünyanın değişik ülkelerinden tedarik ediyorlardı.

1989’da başlayan değişim rüzgarları önce politik, sonra sosyolojik, en sonunda ise ekonomik değişimleri başlattı ve bugünümüze kadar hızla tüm dünyaya yayıldı. Tüm ülkeler bu değişimden etkilendiler. Daha 20-30 yıl önce ismini bile bilmediğimiz ülkeler ekonomik olarak güçlenirken, Avrupa’nın dev ekonomilere sahip ülkeleri büyük krizler yaşamaya başladı. Hindistan ve Çin dünyanın diğer tarafıyken ve kimse turistik seyahat dışında gitmeyi düşünmezken, bugün dünyanın bu köşesinde üretim yaptırmayan ülkeler veya şirketler, artan üretim maliyetleri nedeniyle iflas etme noktalarına gelmişlerdir. Hatta zora giren bu şirketleri Hintli, Çinli ve Rus şirketleri satın almışlar veya ortaklık yapmışlardır.

Neticede biz de Hindistan ve Çin’e giderek birtakım üreticiler bulmak üzere harekete geçtik. Bu üreticileri bulup, ziyaret etmek, numune toplamak, fiyat almak ve gerekirse yerinde bağlantıları kurmak üzere benim gitmem uygun görüldü.

İlk önce Hindistan’a, ardından da Çin’e gitmek üzerine plan yaptım. Uzun süren karşılıklı e-posta alışverişinden sonra Yeni Delhi, Pekin, Şanghay, Guangzhou ve Hangzhou’daki fabrikalardan randevu aldım. Uçuş planını seyahat acentesindeki bayanla yaparken epey zorlandık, çünkü gideceğim yerler birbirinden uzaktı ve ben kısa sürede çok daha fazla fabrikayı ziyaret etmek istiyordum. Bu nedenle aynı gün içinde bir başka şehre geçmem, hatta oradan araba veya trenle uzak bir kasabaya gitmem gerekiyordu.

İstanbul-Yeni Delhi uçuşum akşamdı, onun için gündüz normal mesaiye gittim, akşam uçacağım için valizimi arabanın bagajına sabahtan koymuştum. Bayrampaşa’daki matbaada basılacak yeni kutularımız vardı ve baskı öncesi renk kontrolünü yapmak üzere matbaaya doğru hareket ettim.

Matbaada her şey yolunda gitti, baskı için renkleri onayladım ve çantamı alarak matbaadan ayrılmak üzere kapıya doğru yöneldim. Bunun üzerine matbaanın ortaklarından

Turan Dansık

bana “Abi, şirkete mi dönüyorsun, bir fatura var da onu muhasebeye götürebilir misin?” diye sordu, ben de ona gülerek “Ben buradan şirkete dönmüyorum, Hindistan’a gidiyorum” deyince, şaşkınlıktan donakaldı.

Gerçekten de Bayrampaşa’dan direkt olarak Yeşilköy Atatürk Havalimanı’na gitmek üzere oradan ayrıldım.

Hindistan’a uçuş yaklaşık olarak sekiz saat sürdü; Yeni Delhi’ye indiğimde akşam üzeriydi ama hava hızla kararıyordu. Yeni Delhi’de havaalanından çıktığımda, güneş çoktan battığı halde, sıcak hava yüzüme çarptı. Havada sanki bir baharat kokusu vardı ya da bana öyle geliyordu. Daha önce Tayland’a gittiğimde de aynısı olmuştu, ilk indiğim anda burnuma gelen o özgün kokuyu bütün seyahat boyunca almıştım. Aynı durum burada da söz konusuydu.

Bir taksiye binerek otele gittim. Ertesi sabah beni ziyaret edeceğim fabrikanın gönderdiği şoför almaya geldi. Daha önce bu kadar kalabalık bir şehir görmemiştim, sabahın erken saati olmasına rağmen sokaklarda adeta bir insan seli akıyordu. Arabaların neredeyse çarpılmamış bir tarafı yok gibiydi. İnanılmaz sıkışık trafiğe rağmen, birtakım araçlar sürekli aralara girmeye çalışıyor ve bizi sıkıştırıyordu. Arabanın arka koltuğunda oturmama rağmen, emniyet kemerini bağladım, çünkü trafik kuralları sanıyorum burada hiç çalışmıyordu. Burayı gördükten sonra, İstanbul trafiği çok daha rahat gibi geldi bana.

Epey gittikten sonra, şehir merkezinden çıktık ve etrafta binalar azalmaya başladı, yine de yol kenarında yürüyen insanlar ve hayvanların çektiği arabalar vardı. Motosikletten bozma üç-dört kişilik küçük araçlar, bisikletler her saniye yola fırlayacak gibiydi. En çok ilgimi çeken ise, tüm insanların, özellikle kadınların Hint filmlerinde gördüğümüz kıyafetlerle dolaşmalarıydı.

Cam fabrikasına geldiğimizde, çok eski bir fabrika görüntüsüyle karşılaştım. Burası sanki bilim kurgu filmi seti gibiydi. Bir anda kendimi III. Dünya Savaşı sonrasında her şeyin yok olduğu ve kalanların yeniden yaşam savaşı verdiği filmlerdeki ortamın içinde düşündüm. Fabrika inanılmaz büyüktü, cam fırınların olduğu dev binalar insanı etkiliyordu ama yine de ortalığın toz duman içinde olması, ortalıkta dolaşan işçileri gördüğümde, burada arzu etmiş olduğumuz kalitede bir şişe bulamayacağımı düşündüm. Beni ofis binasına götürdüler ve inanılmaz nazik iki kişi beni karşıladı.

Toplantı odasına girdiğimizde, gözüm cam dolaplarda bulunan numunelere takıldı. Dünyanın en ünlü parfüm markalarının numuneleri duruyordu. Gözlerime inanamadım, böyle bir fabrikadan, böyle numunelerin çıkması inanılmaz bir durumdu. Birçok markanın Hindistan’dan cam şişe aldığını biliyordum, ama fabrikaların daha temiz, düzenli ve organize olduğunu düşünüyordum. Burası benim hayalimde kurduğum ve daha önce görmüş olduğum fabrikalardan çok uzaktı. Ama nasıl olur da dünyanın en ünlü markaları burada şişe yaptırırlardı, bunu anlamakta güçlük çekiyordum.

Toplantıya fabrika müdürü, üretim müdürü ve satış müdürü katıldı. Hepsi teknik olarak inanılmaz donanımlı mühendislerdi. İngilizce konuşuyorduk ama onları anlamakta güçlük çekiyordum, çünkü telaffuzları çok farklıydı. İngiliz kültürü inanılmaz derecede Hintlileri etkilemişti, ikramları da İngiliz usulü sütlü çaydı.

Bana fabrika ile ilgili bir sürü bilgi verdiler; ihracat yaptıkları ülkeler, kapasiteler, kalıp yapma süreleri ve buna benzer konuları uzun uzun anlattılar.

Benim aklım ise, cam dolaplarda gördüğüm şişelerdeydi, sonuçta bu güzel şişeleri bu adamlar ve bu fabrika üretmişti. “Benim de birkaç sorum olacak ve üretmiş olduğunuz şişelerden numune almak istiyorum” dedim. Bunu üzerine “Size üretmiş olduğumuz parfüm şişelerinden örnekler getirelim” dediler ve masadaki telefondan içeriye haber verdiler.

Bir süre sonra genç iki eleman, büyükçe iki kutu getirdiler. İçlerinde yaklaşık 50-60 kadar şişe vardı. Şişeleri elime aldım ve incelemeye başladım. Baktıkça, cam rengi, kalitesi ve şekillerinin cam dolaplarda duran numunelerden çok farklı olduğunu gördüm ve çok şaşırdım. Kutuda gelen numunelerle, dolaplardaki numuneler arasında, gündüzle gece gibi fark vardı.

Masadan kalkarak camlı dolaplardan birinin yanına gittim ve cam kapağı açarak, rafta duran numunelerden birini almaya çalıştım, ama dolap kitliydi. “Dolabı açabilir misiniz?” diye sorunca, fabrika müdürü “Oradaki numuneler orijinal numuneler, onları biz üretmedik, bize fikir versin diye koyduk” demez mi?

Ben oturduğumdan beri, bu güzel şişeleri bu fabrikanın ürettiğini düşünmüş ve “Çok iyi bir fabrika buldum, burada üretim yaptırtabiliriz” diye boşu boşuna düşünmüşüm.

Kutunun içinde gördüğüm şişelerden almamız mümkün değildi, Türkiye’de “Merdiven altı” üreticilerin bile şişeleri daha güzeldi. İnanılmaz bir hayal kırıklığına uğradım ve başka bir fabrikayı ziyaret etmek üzere bir an önce oradan ayrılmak istedim.

Fakat adamların beni bırakmaya niyetleri yoktu, “Öğlen birlikte yemek yiyelim” teklifinde bulundular, bense bu fabrikayla herhangi bir iş yapamayacağımızı düşündüğüm için, bir an önce kaçma derdindeydim.

Neyse ki, Hindistan’da daha başka bir fabrika daha görüp, oradan da Pekin’e uçacaktım. “Daha yolum uzun, nasıl olsa iyi bir üretici bulurum, ilk görüşmeden moralimi bozmayayım” diye aklımdan geçirdim ve yemek tekliflerini kabul ettim.

Ama yediğim karışık sebzeli pilav ve makarna karışımı yemek, mideme oturacak ve ancak 36 saat sonra Pekin’de içeceğim bir gazlı meşrubatla rahatlayacaktım.

Adamlara hem karşıma kötü şişeleri çıkardıkları hem de midemi bozdukları için, pazar sabahı Yeni Delhi’den Pekin’e uçan Etiyopya Hava Yolları uçağında yolculuk boyunca sövüp durdum.

Devamı haftaya salı günü…

01 Eylül 2020

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir