NASIL ZENGİN OLAMADIM
Hayat birbirinden tatlı ve acı anılarla devam ediyor. Beni en çok etkileyen anılarımdan bir tanesi hem bir kitabıma ismini verdi hem de “Hata Kültürü” bakış açısıyla çok örtüştü.
“Hatasız kul olmaz” demişler, herkes hatalar yapmıştır veya yapabilir, ama önemli olan bunlardan birtakım dersler çıkarmak ve sonraki hayatımızda bu hataları tekrarlamamaktır.
Metin Bey, Gonca Çiçekçilik isminde Etiler’de bir çiçek dükkanının sahibiydi. (*)
Çok değerli müşterilerinin yanında, birçok şirketin de çiçek gönderimlerini yapardı. Kendisiyle sanıyorum 1988 yılında tanışmıştık. Şirketin bir çiçek siparişi olduğunda kendisine bildirirdik, her gönderdiği çiçekten sonra, çiçeği alanlardan bize teşekkür telefonları gelirdi ve gönderdiğimiz çiçekleri çok beğendiklerini söylerlerdi.
Gerçekten özene bezene çiçek hazırlar, masraftan hiç kaçınmadan, o yıllarda pek de bulunmayan özel seramik saksılara koyardı. Çiçeğin gönderileceği organizasyona veya davete göre üzerine boncuk, nazarlık ve küçük damat-gelin bibloları yerleştirirdi.
Metin Bey, saçları kırlaşmış, koyu mavi renk gözleri olan, çok şık takım elbiseler giyen, ara sıra fular, sıklıkla renkli kravatlar takan, son derece kibar, tam bir “İstanbul Beyefendisi”ydi.
Çok sık olmasa da ara sıra dükkanına uğrar sohbet ederdim. Her seferinde de, “Yahu, bu adam hiç diğer çiçekçilere benzemiyor, çok daha farklı birisi…” diye düşünürdüm.
Daha yıllar önce Türkiye’de Avrupa kahveleri bilinmezken, gittiğimde bana “Bir cappuccino içer misin?” diye teklif ederdi. Bu ilginç adamın, mutlaka ilginç bir yaşam öyküsü olmalıydı.
Bir gün yine kendisine uğradığımda “Metin Abi, sen çiçek işini sanat haline getirdin, artık köşeyi dönmelisin…” gibi bir cümle kurdum.
Sanki Metin Bey’in en hassas yerine dokunmuşum gibi önce bir sustu, sonra derin bir iç geçirdi, gözleri biraz uzaklara daldı ve çok yorgun bir sesle anlatmaya başladı:
“Hakan’cığım, ben aslında çok çok zengin olabilirdim. Neler gitti elimden neler?! Bak sana anlatayım, ben NASIL ZENGİN OLAMADIM…
Ailem beni kolejde okuttu, mezun olduktan sonra yüksek ticaret mektebine gittim. Orayı bitirdikten sonra, ticaret hayatına atılmak istedim. Aslında bir hata yaptığımı düşünüyorum şimdi, keşke bir süre bir tüccarın yanında çalışsam ve ticareti öğrenseydim. Mekteplerde okumakla olmuyor, hayatın içinden gelmek veya bilen birilerinden öğrenmen gerekiyor. Benim babam emekli hakimdi, bize ticareti öğretemezdi.
Evet, çok şerefli bir adamın oğluydum ama dürüstlük ve şeref, ticaret hayatında başarılı olmak için yeterli olmuyor. Muhakkak çok faydası var dürüst olmanın ama başka beceriler de gerekiyor. Şimdi düşünüyorum da babam, hakim yerine bakkal olsaydı, ben daha küçük yaşta bakkalda çırak olarak başlasaydım, ticaret hayatı için çok iyi bir başlangıç yapmış olurdum…”
Bunları anlatırken, gerçekten o günleri yaşıyor gibiydi.
“Olur mu Metin Abi, bak ne temiz ve şerefli bir ailen var, sen de okumuşsun…” dedim..
O devam etti:
“Yok, işte öyle olmuyor, bak dinle… Askerden geldim, ticaret yapmak istedim ama ne alıp satacağımı bilmiyordum. En iyisi hazır mal alıp satmak diye düşündüm ve annemin sakladığı bir miktar parayı sermaye yaparak, Sirkeci’de bir manifatura dükkânı açtım.
Satacağım kumaşları seçmek için fabrikalara ve bazı toptancılara gittim. İlk hatayı orada yaptım: Kumaşları ben seçmiştim. Yahu ben ne anlarım kumaştan? Bunu tabii şimdi böyle değerlendirebiliyorum. Oysa tecrübeli insanlara sorabilirdim. Bendeki de büyük cesaretmiş doğrusu. Kumaşları aldık, raflara dizdik, başladık müşteri beklemeye. Ne gelen var ne de giden. Bazen üç-dört saat dükkâna kimsenin uğramadığı oluyordu.
Yandaki dükkanlara giren çıkanın haddi hesabı yok, ben resmen oturuyorum. Biraz satış oluyordu ama benim dükkânı çevirmeme yetmiyordu. İki yıl böyle idare ettim; işler ha bugün açılacak ha yarın derken, baktım olacak gibi değil, dükkânı kapattım.
Turizm Türkiye’de yeni yeni başlıyordu, bu kez otelcilik yapmaya karar verdim. Bu kez babam biraz maddi olarak destek oldu, epey borca girdim. Kuşadası’nda bir pansiyon devraldım. Biraz masraf yaptım, eşe dosta haber vererek müşteri beklemeye başladım.
Fakat bu işte de bazı bağlantılar yapmak lazımmış, öyle münferiden kapıdan gelen müşterilerle olmuyor. Tabii pansiyonculuk da bilmediğimiz bir iş. Bir süre sonra haber verdiğimiz eş ve dostlar kalmaya geldiler. Gelenler misafirimizdir diye düşündüm, para istemeye yüzüm tutmadı. Halbuki benim ekmek paramdı bu iş; normal paramı almalıydım ama o an için bunları düşünemedim, hata işte…
Gelen akraba, eş ve dostları ağırladım, yedirdim, içirdim. Giderken yarım ağız borcumuz ne kadar diye sordular. Önemli değil, misafirimizsiniz veya sonra ödersiniz dedim. Hemen hemen hiç ödeyen çıkmadı. Pansiyon işini de yapamadım. Oradan da epey bir zararım oldu.
Döndüm İstanbul’a geldim, bu kez mantıcı modası başladı. Hadi dedim, bir mantıcı açalım. İlk üç-beş sene işler iyi gitti. Fakat kendimizi yenileyemedik, milletin ağız tadı değişti, pizzacılar, köfteciler devreye girdi. Biz hâlâ mantıda ısrar ediyoruz. Bu da hata oldu, kendimizi yenilememiz gerekiyordu. En azından menüyü biraz daha zenginleştirebilirdik. Sonradan yaptık ama iş işten geçmişti, çoktan müşterinin ayağı kesilmişti.
Müşterini kaybettikten sonra tekrar kazanmak çok zor, hatta imkansızmış, onu da öğrendik. İnsan hatalarından öğreniyor her şeyi…”
O anlattıkça anlatıyor, ben de pür dikkat onu dinliyordum. Aslında satır aralarında inanılmaz önemli mesajlar ve dersler vardı.
Birer kahve daha söyledik ve Metin Bey adeta ders verir gibi, tane tane anlatmaya devam ediyordu. O anlattıkça bazen iş arkadaşlarımla bir araya geldiğimizde; “Abi, kaçacağım buralarda, güneyde bir pansiyon işleteceğim” veya “Emekli olduğumda bir kafe açacağım” diyen kişiler aklıma geldi. Her şey uzaktan kolay görünüyordu.
“Mantıcı modası bitince, o işten de vazgeçtim. Bu ticaret işi, biraz da güreşe benziyor, hani yenilen pehlivan güreşe doymazmış ya, işte ben de böyle, bir türlü ticaret yapmaktan vazgeçemiyordum. Bu kez bir arkadaşımın önerisiyle matbaa işine girdim. Küçük bir matbaayı hazır işiyle beraber devraldım, elimde avcumda ne varsa bu kez buraya yatırdım ve epey borçlandım.
Birkaç yıl iş fena değildi, fakat teknoloji dediğimiz şey yerinde durmuyor, yeni makineler çıkıyor, bizim teknoloji eski kalıyordu. Müşteri geliyor, bir takvim bastıracak, bizim makineler yetersiz. Tekrar yatırım yapmak lazım, yeni makine almak lazım.
Fakat yatırım yapacak gücüm yok. Bu arada işi bilmediğim için de ustaların elinde kaldım. Biri gidiyor, biri geliyor. Her gelen bir öncekinden daha kötü çıkıyor. O arada anladım ki, öyle her işe balıklama atlamayacaksın ve bilmediğin işe girmeyeceksin. En azından, ustan gitti mi işin başına geçecek kadar bilgin ve tecrüben olmalı, yoksa o işten de benim gibi çırak çıkarsın…” diye anlatmaya devam etti.
Öyle dolmuş ve içtenlikle anlatıyordu ki, sözünü kesemiyordum. Her kelimesi deneyim kokuyordu. Metin Bey’in anlattıkları beni hem üzmüş hem de bana çok önemli dersler vermişti.
“Sonunda baktım ki, çiçekçilik işi güzel, bu kez bu işe girmeye karar verdim. Neredeyse sıfır sermayeyle burayı açtım. İlk zamanlar yine zorlandım ama bu kez geçmişte yaşadığım tüm hatalarımdan ders aldım. İşi kurarken birçok çiçekçiden fikir aldım; onlara danışarak, çiçekleri nereden ve nasıl aldıklarını öğrendim. Tabii bunu yaparken, uzak semtlerdeki çiçekçilerden yardım istedim. Her kuruşun hesabını yaptım; alacaklarımı hemen tahsil etmeye çalıştım. Her dakika yenilikler yapmaya gayret ediyorum.
Farklı çiçekler yapıp, müşterinin ilgisini çekiyorum. Yanımda çalışan eleman gelmediği zaman, çiçeği ben hazırlıyorum, gerekirse kendim götürüp alıcıya teslim ediyorum. İşin başında duruyorum ve sürekli yenilikleri kovalıyorum.”
Bunları anlatırken ise, o hüzünden sıyrıldı, kendine güvenini yeniden kazanmış gibiydi.
“İşte böyle, son işimde çok para kazanamadım belki ve zengin olamadım ama şu ana kadar bir tane bile müşteri kaybetmedim. Bana bir kere sipariş veren müşterinin memnun kalması için, çiçeğin maliyetine bakmadan, değişik ve farklı bir şey hazırlıyorum. Reklam yapamıyorum ama müşterilerim birbirine söylüyor ve beni birbirlerine tavsiye ediyorlar.
Şimdi yaptığım işten memnunum ve beni ele güne muhtaç etmeyecek şekilde ekmek paramı kazanıyorum. En büyük zenginliğim de siz, dostlarımsınız”
Metin Beyin anlattıkları bitmişti, ama bendeki etkisi yıllarca sürdü.
Ne zaman biri gelse, bana bir işle ilgili bir fikir sorsa, aklıma Metin Beyin anlattıklarından bir cümle gelir ve kendisine bu deneyimi aktarırım.
(*) İsimleri kimseyi incitmemek ve yanlış anlaşılmasın diye değiştirdim.
Devamı haftaya salı günü…
20 Ekim 2020