Pazar… Pazar… 2018/233

Pazar… Pazar…

Nasıl bir hafta geçirdik yine? Bu kadar yoğun bir gündemin başka bir ülkede olduğunu sanmıyorum.

Örneğin, İsviçre’de Federal Meclis’in üst kanadı Eyaletler Meclisi, gündem yokluğu nedeniyle kapılarını açmadı. Meclis, bu yıl içinde daha önce de kapılarını tartışılacak gündem olmadığı için açmamıştı. Eyaletler Meclisi Başkanı, meclise danıştıktan sonra oturumu açmanın gereksiz olacağına karar verdi. (1)

Peki, bizde neler oluyor? Üzüntülü, acılı, stresli, heyecanlı ve gurur verici bir dizi olaylar zinciri…

Öncelikle, 7 gün önce Ankara’nın Polatlı ilçesinde kaybolan ve dün cansız bedeni toprağa gömülü halde bulunan 8 yaşındaki Eylül’e kahrolduk… Bu nasıl bir vicdansızlıktır? Bunu anlamaya aklımız yetmiyor ve kimse bize bunu basit bir “Kişilik bozukluğu” ile açıklayamaz. Katilin en ağır cezaya çarptırılması bile yanan yüreklere su serpmez…

Şimdi ise, 16 gün önce Ağrı’da kaybolan ve çok geniş çaplı aramalara rağmen bulunamayan 4 yaşındaki Leyla’nın öldürülmemiş ve kaçırılmış olması için dua ediyoruz. Belki kaçıranların elinden çocuk kurtarılır… Her ne kadar bu olay, onda hayatı boyunca sürecek bir travmaya yol açacak olsa da, en azından hayatı kurtulmuş olur.

Gazetelerde veya internette, hemen hemen her gün, kadınlara, çocuklara, hatta hayvanlara yönelik taciz, şiddet, tecavüz veya cinayet haberleri okuyoruz. Bu olayların ne zaman biteceğini bilmemiz kesinlikle mümkün değil. Toplumumuzda bu konuda hiç bir şekilde açıklanamayan bir hastalık var. Kuşkusuz gelişmiş toplumlarda da böyle hasta ruhlu insanlar bulunmaktadır, ancak böylesi yoğun olayların gerçekleştiğini sanmıyorum. Cehalet giderilmediği sürece, böylesi olayların azalacağını tahmin etmiyorum. Hele tacizi yapan ya da saldırganın “Adli kontrol şartı ile” salıverilmesi veya tutuksuz yargılanması devam ettiği sürece, cezaların veya yargılanmanın caydırıcı olması da mümkün değildir.

Aklıma bundan 2 yıl önce internette okuduğum bir haber geldi:

İngiltere’de gece yarısı parktan geçen kızı korkutan adama, İngiliz yargıç, 7 yıl ve 7 gün hapis cezası verince, şaşıran gazeteciler yargıca “Adam, kıza elini bile süremedi. Kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de adamı yakaladı. Bu ceza çok değil mi?” diye sormuşlar. Yargıcın yanıtı hukuk tarihine geçecek nitelikte olmuş: “Kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl ise İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır.” (2)

Buna karşın, bizdeki uygulamalar ne kadar caydırıcı acaba?

Artık her aile, kız veya erkek çocuklarını uyarmak ve yabancılardan kendilerini korumak zorunda olduklarını anlatmaktadır. Ancak, bu konuda bir eğitimleri olmadığı için de, belki yanlış öneri ve tavsiyelerde bulunmaktadırlar. Bu durum çocukların kişiliklerinde bazı kalıcı hasarlar oluşmasına neden olabilir. Bu nedenle bu konuda acilen devletin, ilgili bakanlık aracılığı ile, aileleri bilgilendirici, eğitici ve yol gösterici nitelikte yayın yapması, web siteleri kurması veya eğitimler düzenlemesi gerekmektedir. Bu konuda söylenecek ve eleştirilecek çok şey var, ama buraya sığdırmam mümkün değil…

Bu sıkıcı konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum. Stres ve heyecan dolu başka bir olaya dikkat çekmek isterim.

Daha önce de defalarca kez yazdığım gibi, halen oturmamış olan eğitim sistemimizde, neredeyse her 2-3 yılda bir sınav sistemleri değiştirilmekte ve yeni uygulamalar hayata geçirilmektedir.

ÖSYM (Ölçme seçme ve Yerleştirme Merkezi) tarafından bu yıl ilk kez uygulamaya alınan ve yaklaşık 2,3 milyon üniversite adayının katıldığı yeni sınav sistemi olan YKS (Yükseköğretim Kurumları Sınavı) iki günde, TYT (Temel yeterlilik Testi), AYT (Alan Yeterlilik Testi) ve YDT (Yabancı Dil Testi) olmak üzere üç ayrı oturum şeklinde gerçekleştiriliyor.

Son iki yıldır önceki sisteme göre ve çıkacak soru karakterlerine göre hazırlanan öğrencilerimizin, büyük bir kısmının yeni sistemde zorlandıkları ve uyum sağlayamadıklarını gözlemlemekteyim.

Okul sıralarında yıllarca emek sarf eden, özel ders veya dershanelerde takviye eğitim alan veya alamayan öğrencilerin, okuldaki derslerinde gösterdikleri performanslarının diploma notu olarak (ki burada okulların eşit değerlendirme yapmadıklarını biliyoruz) toplam 9 saatlik bir sınavdan aldıkları puana eklenmesi sonucu, üniversite giriş notu olarak belirlenmesinin adil olmadığını düşünüyorum. Bu konuda söylenecek çok söz ve gelişmiş ülkelerden gösterilecek çok örnek var. Bunu başka bir yazıya bırakmayı düşünüyorum. Tüm öğrencilerimize zihin açıklığı ve başarılar diliyorum. Umarım hepsi arzu ettikleri üniversitelere yerleşirler…

Bugünkü yazımı gurur verici bir olayla bitirmek istiyorum:

Çin’in Nanjing kentinin ev sahipliğinde düzenlenen FIVB (Fédération International de Volley-ball – Uluslararası Voleybol Federasyonu) Voleybol Milletler Ligi Finalleri’nde Avrupa Kıtası’nı temsil eden tek ülke olarak, dünya devleriyle şampiyonluk mücadelesi veren A Bayan Milli Voleybol Takımımız, yarı final maçında Grand Prix’nin son şampiyonu olan Brezilya’yı set vermeden 3-0 mağlup ederek, tarihi bir zafere imza attı ve adını ilk kez finale yazdırdı.

Filenin Sultanları, bugün ise (1 Temmuz 2018), Türkiye saati ile 14.00’te ABD ile şampiyonluk maçına çıkacak. Tüm kalbimle her birini ayrı ayrı tebrik ediyor ve başarılar diliyorum. Umarım voleybolde ülkemizin adını tüm dünyaya duyururlar…

İnanın, ilk iki konuyu yazarken bile yoruldum ve stres oldum… Filenin Sultanları ile biraz nefes aldım…

Kaynakça

(1) http://tr.euronews.com/…/isvicre-parlamentosu-tart-s-lacak-…

(2) http://www.hurriyet.com.tr/…/ingiliz-yargicin-turkiyede-seh…

İyi Pazarlar…

2018/233

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir