SALI SOHBETİ – 17

MASA ÖRTÜLERİ BAYRAK OLDU

Bayilere ürünlerin sevkiyatını yapmış, tahsilat ve RPT siparişler (tekrar siparişler) için müşteri ziyaretlerine devam ederken, rakip firmaların çok değişik görsel (P.O.P.) malzemeler kullandıklarını gördüm. Biz de birtakım vitrin malzemeleri vermiştik, ama yine de yetersizdi.

Önemli olan eczane veya parfümerilerin dışına birtakım görseller yerleştirmekti. Tüketicinin önce dikkatini, sonra da kendisini perakende noktasının içine çekmeliydik. Ama nasıl?

Aklıma lansman gecesinde kullandığımız yeşil ve fuşya rengi masa örtüleri geldi. Diğer kentlerde de lansman yemekleri düzenlenmiş ve örtülerle işimiz bitmişti. Bu örtüleri kestirip, bayrak yapma fikrini müdürüme söyledim, kabul etti. Giyim işi yapan bir grup şirketimiz vardı, örtüleri oraya yolladım ve hem yeşil, hem de fuşya rengi dar ve uzun bayraklar kestirdim, üzerine de beyaz renk ile çerçeve içinde “Enrico Coveri Parfums” yazdırdım. Bir tarafına da sert plastik çubuklar ve beyaz kalın ip geçirttim. Elimde 200 adetten fazla bayrak oldu. Şimdi bu bayrakları ziyaret ettiğim noktalara asacaktım.

Perakende satış noktalarına konacak olan görseller (P.O.P. malzemeleri) hiçbir zaman yeterli olmamıştır. Hâlâ da yeterli değildir. Ya rakipler daha iyisini yapar, ya yaptığınız görselleri bayiler beğenmez, ya da perakende noktalarda konacak yer yoktur. Rica minnet bir-iki hafta durmasını rica edersiniz, üç-dört gün sonra kaldırırlar. Bazen de özenle tasarladığınız bir standa, ürünleriniz azaldıkça –ki burada satış kadrosuna ve merchandising ekibine iş düşüyor– rakip ürünlerin yerleştirildiğini görürsünüz. Tüketiciye ürünümüzü fark ettirmek için, yaptırdığımız (pankart, stant, dönkart, wobbler, poster, sticker, raf bandı vb gibi) onca malzemenin ne yazık ki ciddi bir kısmı amacına ulaşmadan, depolara atılır. Yaptırmadığımızda ise, satış kadrosu ve perakende noktalar rakip firmaların çalışmalarını örnek göstererek, bizi eleştirirler. Bundan 10-15 yıl öncesinde bu tip görsel malzemeler, çok fazla yapılmadığı için, ne yaparsanız perakende nokta ilgi gösteriyor ve teşhir etmemize sıcak bakıyordu. Son yıllarda tüm firmalar perakende noktalarını görsellere boğunca da, bu kez hangi firma daha etkin ise, o firmanın görselleri ön plana konmaktadır. Tanzim ve teşhir çalışmaları giderek daha önem kazanmaktadır, çünkü noktalarda o kadar çok ve çeşitli ürün bulunmaktadır ki, tüketicinin bir ürünü fark etmesi iyice zorlaşmıştır. Bu işi iyi beceren firmaların ürünleri perakende noktalarda daha iyi satılmaktadır.

Perakende noktalarını dolaştıkça, her iki bayraktan birer tane parfümerilerin dışına, vitrinine ya da mağaza içinde görünen bir yere asıyordum. Dükkan sahipleri bayrakları çok beğeniyordu, ama birkaç yerde bayrakları asar asmaz tekrar indirip, değiştirmek zorunda kaldım, çünkü bazı bayrakların üzerinde yemek lekeleri vardı. Masa örtülerini kestiremeden önce temizletmiş ve ütületmiştik, ama bazı lekeler çıkmamıştı. Neyse ki, kimse duruma uyanmadı.

Bayrakları asarken bir perakende noktası hariç, hiçbir noktada bir problemle karşılaşmadım.

İzmir’de bir parfümeri sahibi vardı, ofisi mağazanın asma katındaydı. Parfümeri mağazasına gittiğimde, mağazadaki kızlar aşağıdan yukarıya haber vererek parfümerinin sahibini çağırdılar; kendisi randevu almadan geldiğim için benimle görüşmedi.

Şimdilerde müşterilerden randevu istenmesini doğal karşılıyorum, çünkü işler ve firmalar çoğaldı. Ama o yıllarda mağazaları ziyaret eden satış temsilcileri çok daha azdı, üstelik ben İstanbul’dan İzmir’e gelmiş bölge ziyareti yapıyordum. Onun bu tutumunu anlamakta gerçekten zorlandım.

Müşterimiz olduğu için, bir şey diyemedim ve mağazasına kadar gittiğim halde ve yukarıda görüştüğü başka bir kişi olmamasına rağmen kendisiyle görüşme yapamadan ayrıldım. O zamanlar cep telefonu yoktu.

Yaklaşık yarım saat sonra, yine aynı semtte bulunan bir telefon kulübesinden kendisine telefon açtım ve randevu istedim. O da bana “Yahu, böyle formalitelere gerek yok, dilediğin zaman gel…” demez mi? Hayda, biraz önce randevum olmadığı halde benimle görüşmeyen kişi, telefon açınca bir başka konuşmaz mı? “Neyse, ben işime bakayım…” diye içimden konuşarak, tekrar dükkanına gittim. Ben gidene kadar, parfümeri sahibi 10-15 dakikalığına bir yere gitmiş; bu kez parfümerinin giriş katında kendisini beklemeye başladım. Beklerken de ürünlerimizi, rakip ürünleri incelemeye ve gelen müşterileri izlemeye başladım. Zaman geçmiyordu ve bana ders olacak bir hatayı işte o zaman yaptım.

Tezgahın yanında bir sütun ve üzerine çakılı boş bir çivi vardı. Sanıyorum aynı yerde daha önce bir takvim, ya da benzeri bir şey asılmıştı, fakat çıkarılmıştı. Daha önce asılı olan takvim, ya da posterin izi sütunda daha açık renk kalmış, etrafı ise koyulaşmıştı, yani görüntü de çok çirkindi. Müşteriyi bekleyene kadar, çantamdan yeşil olan bayrağı çıkardım ve çiviye astım. Ölçüleri de sanki o sütuna göre yapılmıştı, o kadar güzel durdu ki. Müşterimiz geldiği zaman beğeneceğinden emin olarak ona bayrağı gösterecektim. Nihayet müşterimiz geldi ve hemen asılı bayrağı gördü, fakat bayrakla ilgili hiçbir şey söylemeden, buz gibi bir ifade ile “Yukarı çıkalım…” diye beni ofisine davet etti. Peşinden gittim, ancak 10 dakika kadar yanında kalabildim, daha önce sevk ettiğimiz malların ödemesini yaptı. Konu açmaya ve konuşmaya gayret ettim, fakat sohbete kapalıydı, daha fazla uzatmanın da bir faydası yoktu. Herhalde canı bir şeye sıkılmıştır diye düşünerek yanından ayrıldım. O anda dükkanına izinsiz olarak astığım bayrağa bozulacağı aklıma gelmedi.

Ben ayrıldıktan sonra, İstanbul’dan müdürümü aramış, vay efendim, ben nasıl onun dükkanına izinsiz bayrak asarmışım, bu ne münasebetsizlikmiş, bu ne densizlikmiş, diyerek ağzına geleni söylemiş. Süreyya Bey “Gençtir, acemidir, siz onun kusuruna bakmayın…” diyerek kendisini sakinleştirmiş.

Bütün bu konuşmaları akşam saatlerinde İzmir ofisimize gittiğimde Süreyya Bey telefonda aktardı, ahizenin ucunda donup kalmıştım; ne söyleyeceğimi bilemedim. Bu kez benim üzüldüğümü fark edince, işi şakaya vurarak, “Belki senin astığın bayrağı bombalı pankart sanmıştır” diyerek moralimi düzeltmeye çalıştı.

Aslında müşteri haklıydı. Bu olay bana bir ders oldu; kendisinden izinsiz güzel bir şey bile yapmak yanlıştı. Yine de müşteri, böyle bir olaydan dolayı duyduğu rahatsızlığını, benim arkamdan müdürümü aramak ve şikayet etmek yerine, bana söyleyebilirdi. Ben de o zamandan beri, bir bayimizin dükkanını veya ofisini ziyaret ettiğimde, izin almadan oturacağım sandalyenin yerini bile değiştirmem. Bazen benimle birlikte çalışan ürün sorumlularından veya satış ekibindeki arkadaşlardan, saha ziyareti yaptıklarında, ürünlerimizin veya rakip ürünlerin fotoğraflarını çekmelerini talep ederim. O zaman bile, aklıma İzmir’de yaşadığım “Bayrak krizi” gelir ve “Aman fotoğraf çekmeden önce, mağaza sahibi veya reyon sorumlusundan izin almayı unutmayın…” derim.

Devamı haftaya Salı günü…

05 Şubat 2019

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir