SALI SOHBETİ – 31

ECZANEDE DEPREM

1988 yılında, bayramlardan biri yazın başında ve hafta ortasına denk gelmişti. Herkes uzunca bir tatilin programını yaparken, ben de Muğla’ya gitmeyi, oradan da Marmaris’e inmeyi düşündüm. 

Programıma göre zaten bu bölgeye gitmem gerekiyordu ve bu bayram tatili de iyi bir fırsat olacaktı. Muğla’daki bayimiz Kamil Bey, inanılmaz dost canlısı ve sohbetine doyum olmayan bir insandı. Onu ziyarete etmeye bayılıyordum. İstanbul’dan arabayla gideceğimden, bayramın ilk günü öğlenden sonra Muğla’da olmayı planlıyordum. Kamil Bey’e telefon açarak, “Kamil Abiciğim, bayramda bir yere kaçıyor musun, yoksa Muğla’da mısın?” diye sordum. Muğla’da olacağını söyleyince, “Bayramın ilk günü sana geleceğim, ama öğlenden sonra. Benim için dükkanda bulunabilir misin? Senden sonra Marmaris’e gideceğim, olur mu?” diye sordum. Bunun üzerine Kamil Bey, “Ayıp ettin, tabii ki olur…” diye cevap verdi.

Marmaris’teki bayimiz Turgut Bey ise, zaten bayramda mağazasını açardı, bayramdaki iş fırsatını kaçıracağını sanmıyordum, ama her ihtimale karşılık onu da aradım. Turgut Bey de bayramda dükkanda olacağını söyleyince, geriye sadece hazırlıklarımı yapıp, yola çıkmak kalmıştı.

Bayram günü çok erken bir saatte arabamla yola çıktım. Hem iş, hem de tatil yapacaktım, keyfime diyecek yoktu. Araba kullanmayı eskiden beri severim, keyifli yemek ve çay molaları vererek, hiç sıkılmadan Muğla’ya kadar geldim.

Öğlen zamanını yeni geçmiştik, Kamil Bey’in mağazasının önüne geldiğimde, mağazanın kapalı olduğunu gördüm. Sadece kapının önündeki kepengi yarım açık bırakmıştı. Bu ne inanılmaz bir kibarlıktı; beni bekliyordu. Hemen mağazasına girdim, sarıldık, bayramlaştık. Önceden hazırlamış olduğu siparişleri aldım ve önceki hesabın da tahsilatını yaptıktan sonra, kendisinden Marmaris’e hareket etmek için izin istedim. Bunu üzerine Kamil Bey, “Beraber gidelim, hem birlikte denize de gireriz…” demez mi? Çok şaşırdım; ama bir o kadar da mutlu oldum. Hem arabada yalnız olmayacaktım, hem de çok sevdiğim bir bayiimiz ile birlikte seyahat ederken, samimiyeti artıracaktım.

Müşteri ile belli bir dereceye kadar samimi olmak faydalıdır. Ancak bu samimiyetin dozunu iyi ayarlamak gerekir. Aşırı samimiyet ve yakınlık –ister istemez– her iki taraf için de bazı zorlukları getirir. Özellikle ülkemizde, ne yazık ki işi ve arkadaşlığı birbirinden ayıramayan çok insan vardır. Bu bulunduğumuz coğrafya gereği, insanımızın sıcakkanlı olması kadar, iş disiplinini kavrayamamış olmamızdan da kaynaklanmaktadır. Aşırı samimiyet sonucu, gerektiğinde müşteri veya satıcının hatırı kırılamamakta, şirketin belirlemiş olduğu satış koşulları esnetildiği kadar, müşteri tarafında da satış hızı düşük ürünlerin alımına devam etmek veya satacağına inanmadığı bir ürün veya kampanyaya girmek anlamına gelmektedir. Sonunda ticari ilişkilerin bozulma noktasına gelindiğinde ise, kurulan dostluklar da zarar görmektedir. Bu nedenle müşteri veya bayilerle kurulacak, dostluk ilişkilerinin kontrollü bir yakınlığa sahip olması daha doğru olacaktır. Neyse ki, Kamil Bey’le aramızda hiç böyle problem olmadı.

Kamil Bey’in mağazasında işimiz bitti ve arabaya binerek Marmaris’e doğru hareket ettik. Arabada sohbet ederek Marmaris’e ulaştık. Hemen Marmaris bayimiz olan Turgut Bey’in eczanesine uğramak ve işlerimi halletmek istedim. Birlikte eczaneye gittik.

Aslında, bir bayinin, başka bir bayinin satıcı ile görüşmesinde bulunması, doğru değildir. Ancak, yöre olarak birbirine çok yakın olan bu iki dost, benimle olan samimiyetlerine güvenerek, benim yapacağım görüşmede diğer bir bayinin olmasından rahatsızlık duymadılar. Bu tabii ki, her zaman olan bir şey değildir. Burada satıcı olarak, benim devreye girerek, görüşmeyi tek bir bayi ile yapmam gerekirdi.

Turgut Bey’in eczanesi, mevsimin de gelmesinin etkisiyle kalabalıktı. Turgut Bey’le selamlaştıktan ve hal hatır sorduktan sonra, kasanın bulunduğu, Turgut Bey’in masasının önündeki sandalyeye oturdum. O zamanlar satış elemanları “James Bond” tipi çanta taşıyordu ve benim de böyle bir çantam vardı. Çantayı kucağıma koyarak, içindeki sipariş föyünü, katalogları ve tahsilat makbuzunu çıkardım; çantanın üzerine koydum. Elime de kalemimi aldım ve Turgut Bey’le görüşmeye başladık. Bu arada eczaneye gelen müşterilere, kalfa ve eczanenin elamanları servis veriyorlardı.

Tam o sırada, eczanenin içindeki tüm raflar titremeye başladı, cam raflardan ve raflarda bulunan şişelerden inanılmaz bir sesler gelmeye başladı. O anda herkes “Deprem oluyor!” diye bağırarak, eczaneden caddeye fırladı. Benimse yerimden bile kalkacak fırsatım olmadı; kucağımda çantam, çantamın üzerinde sipariş föyü ve diğer eşyaları toplamaya, ya da kaldırıp, masanın üzerine koyma şansım olmadı. Öylece kala kaldım…

Titreme ve eczanedeki zangırtı uzun sürdü, sanıyorum 10-11 saniye kadar. Bu bir deprem için oldukça uzun bir süreydi. Bir eczanenin içinde deprem çok daha etkin hissediliyormuş meğer…

Yüzlerce ilaç şişesi, ıtriyat ve kozmetik malzemeleri, teşhir stantları, bankonun üzerinde bulunan ürünler ve yazarkasa… Hepsi titreyince, gerçekten insanın kanını donduran bir ses çıkarıyorlardı.

Oturduğum yerden eczanenin dışındaki insanları görebiliyordum. Herkes eczanenin dışındaydı, bense kelimenin tam anlamıyla donup kalmıştım. Ne yapacağımı bilemedim, tam bir şok yaşıyordum. Aklımdan kucağımdaki eşyaları ve çantayı bir kenara koyarak eczanenin dışına çıkmak geçiyordu, fakat nedense bir türlü hareket edemiyordum. Tüm Marmaris’te insanlar sokaklara ve caddelere çıkmıştı. Dükkanlar ve mağazalar boşalmıştı. Deprem sona erince, herkes tekrar eczaneye girdi ve benim oturduğum sandalyede, kucağımda çanta ve üzerinde eşyalarımla görünce, beni tebrik ederek, “Vay be, amma cesaretliymişsin! Deprem oldu, sen yerinden bile kıpırdamadın, bravo!” dediler.

Oysa benimki cesaret işi değil, sadece bir şaşkınlık ve ne yapacağımı kestirememenin verdiği bir acemilikti. Evet, yerimden kalkmamıştım, ama gömleğimin sırtı terden sırılsıklam olmuştu. Yüzümden çekilen kanın geri gelmesi ise 10-15 dakika sürecekti. Deprem bölgesinde yaşayan ve depreme alışık bu insanlar bile, her deprem olduğunda, aynı paniği yaşıyorlardı. Sonraki yıllarda birçok deprem sarsıntısı yaşadığım halde, o eczanede yaşadığım depremi hatırladıkça hâlâ ürperirim ve kulağıma eczanedeki o sesler gelir…

Neyse ki, yaşanan Marmaris depreminde mal ve can mal kaybı olmadı. O zamanlar, şimdiki gibi onlarca televizyon kanalı yoktu. Sadece TRT televizyonları vardı ve böyle bir haber saatler sonra, akşam haberlerinde geçiliyordu. Ancak ondan sonra tüm Türkiye’nin haberi oluyordu. Tabii, cep telefonları da yoktu. Açıkçası, Marmaris’teki depremden ailemin de haberdar olacağını hiç düşünmemiştim bu nedenle evi arayıp, annemi ve babamı haberdar etmek aklıma gelmedi, oysa benim o sıralar Muğla, Marmaris ve Bodrum’da bulunduğumu biliyorlardı. Ben haber vermedim, ama benim son derece becerikli annem ne yapıp, edip bana telefonla ulaşacaktı. Bir sonraki anıda bunu detaylıca anlatacağım…

Devamı haftaya Salı günü…

14 Mayıs 2019 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir