Pazar…Pazar…
ULU ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE BİLİM
Onun hayatını, dünyada bir benzeri daha olmayan Milli Mücadeleyi nasıl başardığını, yok olmuş bir milletten nasıl genç bir Cumhuriyet kurduğunu ve olağan üstü Devrimleri nasıl gerçekleştirdiğini hepimiz biliyoruz. Türk Milleti için kitaplara sığmayacak kadar çok sağladığı faydaları sadece biz değil, tüm dünya takdir ediyor.
Bugün onu 81. ölüm yıldönümünde rahmet ve minnetle anıyoruz….
Bu yazımda sizlere onun bilime olan ilgisini ve desteğini sunmaya çalışacağım.
Atatürk, bilimin insan yaşamındaki önemini, Kurtuluş Savaşımızın sona ermesinden sonra başlayarak, hemen her fırsatta tekrarlamış ve vurgulamıştır.
Atatürk, 27 Ekim 1922’de büyük zaferden üç ay sonra Bursa’da öğretmenlere Türkçesi biraz sadeleştirilmiş şekliyle şöyle seslenmiştir:
“Yurdumuzun en bayındır, en göz alıcı, en güzel yerlerini üç buçuk yıl kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı mağlup eden zaferin sırrı nedir? Orduların sevk ve idaresinde bilim ve fen ilkelerini rehber kabul etmektir. Milletimizin siyasi ve içtimai hayatı ile ulusumuzun düşünce yapısının eğitiminde de yol göstericimiz bilim ve fen olacaktır. Türk milleti, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiiri ile edebiyatı, okul sayesinde ve okulun vereceği bilim ve fen sayesinde, bütün olağanüstü incelikleri ve güzellikleriyle oluşup gelişecektir.”
Ve şöyle devam etmiştir:
“Hiçbir mantıki kanıta dayanmaksızın birtakım geleneklere ve inançlara bağlı kalmakta ısrar eden milletlerin gelişmesi çok güç olur ve belki de hiç gerçekleşmez. Gelişim yolunda bağları koparamayan ve engelleri aşamayan uluslar, akla uygun düşen bir zihniyetle hayata bakamazlar. Bunlar engin hayat felsefelerine sahip başka milletlerin egemenliği altına girip, onların tutsağı olmaktan kurtulamazlar.”
30 Ağustos 1924 günü Atatürk Dumlupınar’da yaptığı konuşmada da şöyle demiştir:
“Yaşamanın şartı, uygarlık yolunda yürümek ve başarıya ulaşmaktır. Bu yol üzerinde ilerlemeyi değil de, geriye bağlılığı benimseyenler, böyle bir bilgisizlik ve gaflette bulunanlar, evrensel uygarlığın coşup gelen seli altında bir gün boğulmaya mahkûmdurlar.”
Yine aynı konuşmasında Atatürk şöyle devam etmiştir:
“Uygarlığın yeni buluşlarının ve fennin harikalarının cihanı değişmeden değişmeye sürükleyip durduğu bir devirde, yüzyılların eskittiği köhne zihniyetlerle, geçmişe kölecesine bağlılıkla varlığımızı sürdürmemiz mümkün değildir.”
Atatürk, 22 Eylül 1924 tarihinde, Samsun İstiklal Ticaret Mektebinde yine öğretmenlere hitaben yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:
“Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yalnız, ilim ve fennin, yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekamülünü idrak etmek ve terakkiyatını zamanında takip etmek şarttır.”
Atatürk’ün bu sözleri “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” kısaltılmış şekliyle Türk ulusunun zihnine yerleşmiştir.
Atatürk 10. yıl nutkunda şöyle hitap etmiştir:
“Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir”. Bu sözleri ile meselelerimize hangi yoldan çözüm aranması gerektiğini, şüpheye mahal kalmayacak biçimde ifade etmiştir.
Atatürk’ün, kılavuzluğunda yürünmesini öğütlediği “İlim” ve günümüzde yaygınlaşmış adıyla “Bilim”, topluma ve insana ilişkin her türlü bilgi ve bilimsel çalışmayı içermektedir.
Büyük Atatürk, Türk ulusu için gerek maddesel ve gerekse dinsel, yani manevi alanlarda bağımsızlık, seçkinlik ve üstünlük sağlamak, Türk milletini yüceltmek yolunda çeşitli doğrultularda bir takım süreçleri harekete getirmiş, hepimizin iyi bildiği kalburüstü devrimlerini gerçekleştirmek için, azimli girişimlerde bulunmuştur. Atatürk bu devrim ve reformlarında, hep aklın kılavuzluğu altında ve geçmişteki uzun tecrübelere, tarihsel yaşantılarımıza dayanan, sağlam bilgi ışığında yürünmesi temel ilkesini, her zaman etkin ölçüde tutmaya özen göstermiştir.
Atatürk’ün bilim ve eğitimin önünü açmak için, atmış olduğu bazı adımlardan söz edecek olursam;
Onun liderliğinde Cumhuriyetin kurulması ile birlikte; İlk, orta ve yüksek eğitim kurumlarının ve buralarda öğrenim gören öğrenci sayısı artmıştır.
Mühendis Mektebi’nde 1923’te öğrenci sayısı 83 iken 1928’de 255’e yükselmiştir.
7 Ekim 1925’de Darülfünuna bilimsel ve idari özerklik tanınmıştır.
26 Aralık 1925’de Avrupa takvim ve saat sistemi kabul edilmiştir.
1926 yılında ilk otomatik telefon santrali hizmete girmiştir.
1927’den başlayarak, başarılı öğrenciler devlet hesabına okumak üzere Avrupa’ya gönderilmiştir. 1928–1929 ders yılında 170 öğrencimiz yurt dışında bulunmuştur. Bunlardan 36’sı kız öğrencidir.
1927 yılında Türkiye radyo yayınına dünyada ilk başlayan ülkeler arasındadır, bu da teknolojiye ne kadar önem verildiğini gösterir.
24 Mayıs 1928’de Latin rakamları Türk rakamı olarak kabul edilmiştir.
Asrın uygarlık düzeyine ulaşmayı kolaylaştırmak amacıyla 1928’de harf devrimi yapılmıştır.
1923 – 1928 yılları arasında Türkiye’de 6 tane popüler bilim dergisi yayınlanmıştır. Bu dergilerden Fen Âlemi dergisinin sahibi Mehmet Refik Bey, derginin 15 Mart 1926 tarihli sayısında, Darülfünun Fen Fakültesi’nin düzenlediği, halka açık pratik elektrik ve makine derslerine her yaş ve meslek gurubundan 425’den fazla kişinin kayıt yaptığını bildirmiştir. Halkın bilimsel ve teknolojik konulara gösterdiği bu şaşırtıcı ilgi, ülkemizin o yıllardaki bilimsel atmosferini tasvir edebilmemize yarayacak bir başka örneği oluşturmaktadır.
Atatürk, 1933 yılındaki üniversite reformu ile yüksek öğretim kurumlarımızda bilimsel araştırmayı canlı bir süreç durumuna getirmeye gayret etmiş, böylece yurdumuzda bilimin ve bilim zihniyetinin zafer yollarını açmıştır.
Atatürk, Cumhuriyet’in ilk üniversitesi olan İstanbul Üniversitesini dönemin değişen koşullarını göz önüne alarak, çağdaş hale getirmek istemiştir. Bu sebeple 1933 tarihinde Üniversite Reformunu gerçekleştirmiştir.
Bu reformda eğitim dilinin korunması amacıyla alınan kararlar çok dikkat çekicidir.
Üniversite reformunda yer alan önemli olan birkaç konuyu ifade etmek isterim:
İstanbul Üniversitesi’nin yeni kadrosu üç kaynaktan oluşacaktı:
1. Eski Darülfünun’dan (Üniversite’den) kadroya alınan öğretim görevlileri,
2. Avrupa üniversitelerinde öğrenim ve ihtisaslarını başarı ile tamamlayıp yurda dönenler,
3. Yurt dışından getirilecek yabancı profesörler.
6 Haziran 1933’te İstanbul’da Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip ile yapılan toplantıda 30 yabancı profesörün isminin olduğu bir liste de mutabakat sağlandı.
Buna göre “Yabancı profesörler”;
* Üniversite’de tam gün çalışacaklardır.
* Çevirmenler yardımı ile Türkçe ders kitaplarını en kısa zamanda hazırlayacaklardır.
* Üçüncü yıldan itibaren Türkçe ders vereceklerdir.
* Hükümete gerektiğinde bilirkişi raporu hazırlayacaklardır.
Atatürk yeni üniversiteyi oluştururken kadronun seçkin olmasına itina göstermiştir. Gelen Alman profesörlerinin bir kısmı dünya çapında ün sahibiydi. Unutmamak gerekir ki, Alman Üniversiteleri 19. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın ortalarına kadar, yayınları, yeni buluşları ve güçlü iş disiplinleri ile dünyanın en gelişmiş üniversiteleri olma özelliğini taşıyorlardı. Bu nitelikler, yeni oluşturulan İstanbul Üniversitesi’nin sağlam bir temelde yükselmesinde etkili olmuştur.
Diğer göze çarpan bir yenilik de, üniversitenin halk konferansları ve üniversite haftaları ile halka açılması olmuştur.
Atatürk, üniversiteleri Türkiye’nin kültür birliğini oluşturacak kuruluşlar olarak düşünmüş ve 1930’lardan itibaren hız verdiği milli kültür politikasının bir aracı olarak çağdaş bir yapıda oluşmalarına itina göstermiştir.
Atatürk’ün aktarılan sözlerinin, kendisinden yapılan alıntıların, hepsinde bilim ile uygarlık arasında yakın ilişki kurduğuna ve her ikisini de dinamik yönleriyle vurgulamaya özen gösterdiği anlaşılmaktadır.
Atatürk, uygarlığın temeline bilimi koymakta ve batı uygarlığının dinamizmini, esas itibariyle bilimden ve bilimin sınırsız gelişme yeteneğinden aldığına inanmaktadır.
Atatürk’ün tüm yaptıkları, düşünce yapısı, bilme, toplumsal güce, akla dayanıyordu.
“Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” sözü bile, onunla bilim arasındaki ilintinin, fikirlerin ne denli bilimsel verilerle örtüştüğünün bir kanıtı olsa gerek.
Atatürk’e göre bilim, öncelikle, özgün bir kültür yaratmanın etkin bir aracıdır. Bu nedenle bilimi, toplumun gelişmesini engelleyen bozuklukların giderilmesi ve ulusal bir kimlik yaratılması için etken bir araç olarak görmüş ve kullanmıştır.
1981 yılında Unesco’nun, Atatürk’ün doğumunun 100. yılı nedeniyle, 156 ülkenin oy birliği ile aldığı karar metninde:
“Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi; olağanüstü bir devrimci; sömürü ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider; insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü; insanlar arasında renk, dil, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı.” nitelemeleri ile dünyaya takdim etmesi; Atatürk’ün ne denli bilimsel bir bakış akışı ile olayları gözlemleyip, çareler üretmesinin, en yanılmaz bir kanıtı olsa gerek.
Atatürk, cumhuriyetin ilk yıllarına büyük çoğunluğu cahil olan Türk halkının ancak bilimle uygarlaşacağına inanmış ve hedef olarak “Çağdaş uygarlık seviyesinin üstünü” işaret etmiştir…
Atatürk’ün gençlere “Beni takip edeceksiniz. Yorulsanız da beni takip edeceksiniz, ilerleyeceksiniz.” diye seslenmesi, onun gençliğe bilim yolunu göstermesi anlamına gelmektedir.
Tarihsel yaşıtları, tarihin karanlıkları içerisinde yitip giderken, Atatürk, ilmin sonsuz ışığının güvencesinde bugüne dek yaşamış ve yaşayacaktır da.
Ruhu Şad olsun…
2019/304