Pazar… Pazar…
Tüm gelişmiş ülkelerde sanata ve sanatçıya karşı çok büyük bir saygı duyulur. Onların değerleri yüksektir ve genellikle de devlet tarafından desteklenirler, çünkü bu toplumlar bilirler ki; ekonomik ya da teknolojik olarak ne kadar ileri giderseniz gidin, eğer sanattan yoksun bir toplum iseniz, hayat damarlarınızdan biri eksiktir.
Toplumu kalkındıran tabii ki yüksek seviyede sanayi üretimi, gelir seviyesinin artması, iyi düzenlenmiş gelir dağılımı, sağlam temellere oturtulmuş adalet mekanizması, iyi planlanmış bir eğitim sistemi, bilime yapılan yatırımlar ve buna benzer değerlerdir. Ancak toplumun morali, düşünme yeteneğinin gelişmesi, farkındalığın artması ve gelecekle ilgili umutlar için sanatın katkısı tartışma götürmez.
Sanat ve özellikle tiyatro sanatı sadece toplumu eğlendirmek ve hoşça zaman geçirme aracı değildir. Tiyatro, toplumu, insanları, yönetenleri, yönetilenleri, sistemi ve toplumu ilgilendiren her şeyi eleştirebilen, farklı bakış açılarının oluşmasını sağlayan ve yeni görüşlerin, kavramların ortaya çıkmasını sağlayan çok değerli bir sanat dalıdır.
Tiyatro, sadece yazılı metinleri ve bunları sahnede canlandıran sanatçıları barındırmaz, içinde müzik, dans, mimarlık, psikoloji, sosyoloji ve buna benzer toplum bilimleri vardır; siyaset, sanat tarihi, edebiyat, genel kültür ve aktüel kültürden beslenir.
Tiyatro sanatçıları ise, sinema ve TV sanatçılarından farklı olarak, oyunlarını sahnede canlı olarak sergilerler. Metinleri ezberler ve canlandırdıkları karakterlere ruh katarlar. Belki de en önemlisi, bunu oyunları sergilendiği sürece her gün yaparlar. Öyle sanatlarına odaklanırlar ki, sahnede olduklarında artık tek dünyaları orasıdır. “Ne olursa olsun, perde açılacaktır” diye çok bilinen bir söz vardır, yani tiyatro sanatçısının seyircisine öyle büyük bir saygısı vardır ki, o an hayatında çok önemli bir problem varsa dahi, sahneye çıkar ve rolünü oynar. Babasının cenazesine katılamayan ve o akşam oynunu oynadıktan sonra, uçağa binip başka bir şehirde bulunan “Baba evi”ne giden bir tiyatro sanatçısını yakından tanıyorum…
Tiyatro sanatçılarının arasında da öyle şahsiyetler vardır ki, onlar topluma mal olmuş isimlerdir. Bu sanatçılar sadece mükemmel rol yapma yetenekleri veya canlandırdıkları karakterlerle değil, toplumsal ve sosyal olaylara olan duyarlılıkları sayesinde toplum tarafından benimsenir ve sevilirler. Aslında toplumun ve hayatın içinden aldıkları konular ve karakterlerle, toplumun sesi ve aynası olurlar. Bu sanatçılar sosyal olaylardan etkilenirler. Topluma ve çevreye karşı duyarlılıkları fazladır. Toplumun seslendiremediği konuları onlar dile getirirler ve insanlar onlarda kendilerinden bir şey bulurlar. Bazen güldürür, bazen de düşündürürler.
Ülkemizin geçmişte yaşadığı zor dönemlerde, bu sanatçılar toplumun genel düşüncelerini, hayallerini, sıkıntılarını, ümitlerini yansıttılar. Yürekleri ısıttılar. Bu sanatçılar baskılara direndiler, devlere ok attılar, saldırılara kalkan oldular. En karanlık dönemlerinde bile, insanları güldürmeyi başardılar ve zihinlere ışık saçtılar. Ancak, biz güldük ve düşündük, onlar eleştirildi. Biz rahatça evlerimizin ya da tiyatro salonlarının koltuklarında oturduk, ama onların hakkında soruşturmalar açıldı, bazen yasaklandılar. Biz onları sahnelerde veya ekranlarda özledik, ama onlar o anlarda kiralarını dahi ödeyemediler. Vefasızlık yaptık, gün geldi tiyatro salonlarına sadece 15-20 kişi gitti, onlar yine de çıkıp oyunlarını oynadılar.
Siyah beyaz ve tek TV kanalının olduğu dönemlerde, skeçleri veya filmleri ile evlerimize konuk oldular. Ertesi gün onların esprilerini arkadaşlarımıza anlattık. Onların canlandırdıkları karakterleri veya olayları çevremize yaydık.
İşte, böyle sanatçılara ben “Sosyal Sanatçılar” diyorum.
Bu sosyal sanatçılar, yalnız sahnede değil, özel yaşamlarında da yansıttıkları görüntülere uygun yaşadılar. Topluma ya da çevreye yaptıkları katkıları, onlar aramızdan ayrıldıktan sonra öğrendik. Gözümüzde ve yüreğimizde daha da büyüdüler.
Kuşkusuz hataları da olmuştur, ancak onlar hatalarını gizlemek yerine, bunları bile her fırsatta dile getirdiler, özeleştiri yaptılar. Suçu başkalarının üzerine atmadılar, kendi üzerlerine aldılar.
Çünkü onlar toplumumuzun sosyal sanatçılarıydı. Onlar bizlerden birileriydi. Bizim yüreklerimizin sesleri, uzanamayan ellerimiz, görmeyen gözlerimiz, uyurken açık olan zihinlerimizdi…
Onlar şimdi aramızda yok artık… Ama hep özleyeceğiz…
Peki, kimler bu Sosyal Sanatçılar?
Sadece isimleri bile, her şeyi anlatmıyor mu?
Kemal Sunal, Nejat Uygur, Zeki Alasya ve Levent Kırca…
Mekânları Cennet olsun…
İyi Pazarlar…
2015/92