Pazar…Pazar… 2020/316

Pazar…Pazar…

KIZILCA GÜN

1920 yılının 26 Ocağını 27 Ocağına bağlayan gece!
Galatalı Şevket İstanbul’dan Bolayır vapurunu göndermiş.
Vapur, Lâpseki’den kuyruğuna kayıklar, motorlar, mavnalar bağlamış olarak Umurbey iskelesine gelmiş.
Köprülü Hamdi islekede kaldı.
Dramalı otuz adamıyla karşıya geçti.
Telefon telleri kesildi.
Nöbetçiler bir bir saf dışı.
Yatakhanedeki Fransız askerler esir.
Esirler sayıldı.
O da ne?
Biri eksik.
Arandı tarandı, kömürlükte bulundu.
Esir alınan Fransız askerler, cephanenin sahile taşınmasına gönüllü yardımcı oldular; çünkü canlarının bağışlanacağı sözü verildi.
Gün doğumuna epey vakit var.
Ama iş tamam.
Sahildeki tüm kayıklar harekete hazır.
İş bittiğine göre, karşı sahilde bekleyen Köprülülü Hamdi’ye haber vermek gerek.
Büyük bir ateş yakıldı.
Bolayır vapuru Kaptan Mehmet’in kumandasında.
Ateşi gören Köprülülü Hamdi; “Haydi Mehmet Kaptan!” diyor.
Bolayır vapuru Gelibolu sahiline tekrar geçiyor ve silâh yüklü kayıkları kuyruğuna takarak geri dönüyor.
Umurbey’e getirilen Fransız askerleri, silâhların emniyete alınmasından sonra kayıkla Akbaş’a geri yollanıyorlar.
Fransız askerler geriye yollanırken, Köprülülü Hamdi, Fransız kumandanına verilmek üzere onların ellerine bir mektup tutuşturuyor.

Türkçe bir mektup.

“Muhafazanız altında bulunan silahlar aslında bizimdir ve bize lazımdır. Cephaneliği ben bastım, içindekileri ben aldım. Askerlerinizin hiçbir kabahati yoktur. Onları size iade ediyorum.”

Türk budur!

En sıkıntılı anında bile esir aldığı düşman askerine yardımcı oluyor, çünkü bu askerler görevlerini yapmadıkları için belki de kurşuna dizilecekler.

Bu satırları sizlere Nurten Arslan‘ın Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatan “Küçük Anılarda Büyük Sırlar” serisinin 5. kitabı olan ve 27 Aralık 1919 – 23 Nisan 1920 arasını kaleme aldığı “Kızılca Gün” isimli kitabından aktardım…

Aslında bu nefis eseri, okuyup bitireli epey oldu, sizlere tanıtmak ve kitap hakkındaki düşüncelerimi yazmak için, anlamlı bir gün bekliyordum…

Ancak, Avrupa Parlementosu oturumunda, benim için burada ismini anmaya bile değmeyecek bir Yunan vekilin, Türk Bayrağını yırtması üzerine, Türk Askerinin ülkemizi işgal etmiş düşman askerlerine olan davranışını sizlere aktarmak istedim.

Bu olay, 26 Ağustos 1922 tarihinde Büyük Taaruz sonucu, İzmir’i işgal eden Yunanlıların kaçması ve 9 Eylül 1922 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İzmir’e gelmesini ve yaşanan bir bayrak olayını aklımıza getirmektedir.

İzmir’in kurtuluşundan sonra Atatürk’e konaklaması için, İzmir işgal altındayken Yunan Kralının konakladığı Karşıyaka’daki İplikçizade konağı tahsis edilir. Atatürk, Karşıyaka’ya bir otomobille gelir ve araç konağın önünde durur.

Atatürk, konağa gireceği ana kapının basamaklarına serilmiş bir Yunan bayrağı görür ve çevresindeki İzmir’lilere sorar:
– Nedir bu?
İzmir’liler cevap verir:
– Yunan Kralı bu eve girerken bu basamaklarda Türk Bayrağını çiğnemişti, Paşam!
Atatürk kaşlarını çatar ve şöyle der:
– Hata etmiş!… Ben bu hatayı tekrar edemem. Bayrak bir milletin şerefidir, ne olursa olsun yerlere serilmez ve çiğnenmez, kaldırınız!

“Kızılca Gün” kitabına dönecek olursak, Değerli Yazar Nurten Arslan, diğer 4 kitabında olduğu gibi, bu eserini de, roman sanatının gereği birkaç simge dışında, tamamen gerçek şahıslar, mekânlar ve olaylara dayandırarak yazmış.

Serinin 5. kitabında, Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 tarihinden itibaren Anadolu’da gerçekleştirdiği kongrelerin sonuncusu olan Sivas Kongresinden sonra Ankara’ya gidişini, İstanbul ve Anadolu’da örgütlenmeye çalışan, kurtuluş mücadelesi veren Kuva-yı Milliye’cileri anlatmış… Her sayfada mücadeleleri dakika dakika okuruna yaşatan yazarımızı, çok zor elde edilebilecek bilgi, olay ve konuşmaları bizlere ve bizden sonraki nesillere aktardığı için, kendi adıma kutluyor ve teşekkür ediyorum…

İyi Pazarlar…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir