KANATÇI
Ankara’ya bölge ziyareti yapmak üzere pazartesi sabahı 07:00 uçağına bindim. İstanbul’dan Ankara’ya uçuş 45 dakika sürmekte, Esenboğa’dan şehir merkezine de gitmek için de aynı süreye ihtiyaç var. Bunu Ankara’ya ilk gittiğim zamanlardan beri yadırgarım. Her seferinde “Neden havaalanını şehir merkezine bu kadar uzakta yaparlar ki?” diye aklımdan geçiririm. Ayrıca sabah 07:00’deki uçağa binmek için de sabah saat 05:00’te kalkmak zorundayım. Şöyle kabaca hesaplarsam, İstanbul’dan Ankara’ya arabayla gitmek hemen hemen aynı süre…
Uçakta bunları düşünerek Esenboğa Havaalanı’na indik. Sanıyorum aynı uçağa binen birçok kişi benim gibi bu konuları aklından geçiyordur. Beni Ankara bölgesinde satış temsilcisi arkadaşımız Mehmet karşıladı. Ankara bölgesinde çalışan arkadaşlarımız, başkent olmasının etkisinden olsa gerek, protokole çok dikkat ederler. İstanbul’dan gelen yöneticilere karşı nezaketleri, saygıları ve ilgileri bir başkadır. İlk önce bölgedeki ofisimize gittik ve her zaman olduğu gibi toplantı yaparak, bölgedeki faaliyetlerimizi değerlendirdik.
Bölge ziyaretlerinin arası çok açılmamalıdır. Bölgeye gidildiğinde birtakım kararlar alınır veya bazı uygulamalar başlatılır. Her ne kadar bölge yöneticileri veya ilgili arkadaşlar bunları takip ediyorsa da merkezden gelen yöneticinin bizzat tekrar görmesinde fayda vardır. Bölgedeki arkadaşlar da merkezden periyodik zamanlarda gelecek yöneticilerin planına göre, işlerini organize ederler ve yöneticileriyle daha verimli toplantılar yaparlar. Ayrıca bölge müdürlüklerinde çalışan arkadaşlar da merkezden uzakta oldukları için, kendilerini ziyarete gelen yöneticilerden, yeni uygulama veya kampanyalarını bizzat duymaktadırlar. Her bölge ziyaretinin, bir önceki ziyaretin notlarıyla başlaması, ziyaretin daha efektif geçmesini sağlar.
Ofisteki toplantımız bittiğinde neredeyse öğlen olmuştu. Bölge Müdürü Ümit Bey, her zamanki nazik üslubuyla “Hakan Bey, size güzel bir öğlen yemeği yedirelim, sonra müşteri ziyaretlerine başlarız” dedi. Sabahın köründe kalkmış ve çok erken saate uçakta küçük bir sandviç yemiş birisi için, kulağa daha hoş gelecek bir cümle kurulamazdı herhalde. Memnuniyetle kabul ettim.
Öğlen yemeğinden sonra akşam saatlerine kadar bayi ziyaretleri yaptık. Saat 18:30’a geldiğinde, artık enerjimin azaldığını hissetmeye başladım ve Mehmet’e “Artık beni otele bırak istersen, yavaş yavaş pilim bitiyor; yarın sabah kaldığımız yerden devam ederiz” dedim.
Ankara’ya geldiğimde her zaman kaldığım otele girdim, odam ayrılmıştı. Bir an önce odaya çıkıp, çantamı ve valizimi bıraktıktan sonra hafif bir akşam yemeği, hatta mümkünse sadece bir çorba içip, erkenden yatmayı düşünüyordum.
Odaya eşyalarımı bıraktıktan sonra, otelin restoranına indim. Hiç kimse yoktu, ortalıkta dolaşan garson bile yoktu. Mutfağa yöneldim, aşçı oturmuş gazete okuyordu. Ortada pişen bir yemek filan da yoktu. Herhalde pazartesi günü olduğu için, otelin restoranında hiçbir hareket yoktu, kaldığımız otel de büyük bir otel değildi zaten. Aşçıya “Yemek var mı?” diye sordum; o da bana gazeteyi indirip “Yaparız Beyefendi, ne istersiniz?” cevabı verince hayretler içinde kaldım. Aşçı benim isteğime göre daha hazırlık yapacak ve yemeği pişirecekti, “Yok, hiç zahmet etme, ben dışarıda bir şeyler yerim” diyerek, dışarı çıktım.
Otelden çıktım, hava kararmaya başlamıştı. Sadece 50 metre kadar yürüdüm, yolun diğer tarafında bir kanatçı gördüm. “Hadi kanat yiyelim bari…” diye düşünerek, kanatçıya girdim.
İçeride ocağın başında duran aşçının dışında, bir de garson vardı. Başka da tek müşteri yoktu. “Allah Allah, n’olmuş bu Ankara’ya? Pazartesi akşamı herhalde herkes evine çekiliyor” diye düşündüm. Garson bana doğru yöneldi ve beni çok nazik bir şekilde karşıladı. “Çorba var mı?” diye sordum, “Var Beyefendi, şehriyeli tavuk suyu…” cevabı alınca, önümdeki ilk masaya oturarak, “İyi, bana bir çorba, bir salata, bir porsiyon da kanat” dedim.
Cep telefonumdan bana gelen mesajları okudum ve siparişimi beklemeye başladım. Şöyle bir etrafıma bakındım, restoranda benden başka kimse yoktu, ama kanatların piştiği dev ocak yanıyordu. Belli ki müşteriler daha sonra gelecekti. Çorbayı içtikten sonra, nar gibi kızarmış tavuk kanatları geldi. Her kanat yediğimde aklımdan geçen bir sözü hatırladım “Tavuk, balık, kelle; yenir elle…” ve ilk kanadı elime alarak keyifle yemeğe başladım.
Bu sırada nereden geldiklerini anlayamadığım, siyah takım elbiseler giymiş, ellerinde siyah renk, değişik şekillerde büyük çantalar olan üç kişi benim oturduğum masaya geldiler. Birer sandalye çekerek oturdular. Şaşkınlık içindeydim, koca kanatçı bomboş, başka masa yokmuş gibi, siyah giyimli bu garip adamlar benim masama oturdular.
Hiç bozuntuya vermeden, kanat yemeğe devam ettim, ama durumu anlamakta güçlük çekiyordum; deli mi bu adamlar. Göz ucuyla adamlara baktım, yere koydukları çantaları açmaya başladılar. Masanın diğer yanında kaldığı için, çantanın içindekileri göremiyordum; adamlar da bana gülümseyerek bakıyorlardı.
Aklıma İtalyan mafya filmleri geldi, genellikle kurbanlarını yemek yerken öldürürlerdi. Karşımdaki adam çantadan bir kanun çıkardı, onun yanındaki ise bir klarnet, sonuncusunun elinde ise bir darbuka belirdi. Hafif bıyıklı ve saçları briyantinle parlatılarak kafasına yapıştırmış olan ve sanıyorum içlerinde yaşça daha büyük olanı bana “Beyefendi, biz buranın saz ekibiyiz. Ama başka kimse olmadığı için sizin masanızda çalalım dedik” diye bir açıklamada bulununca durum aydınlandı ve ben de rahatladım.
“Ne arzu ederseniz onu çalalım…” diye sordu. “Valla, fark etmez, kafanıza göre çalın” diyerek, diğer bir kanadı yemeğe başladım. Gerçekten komik bir durumdu, kocaman bir kanatçı, bütün masalar boş ve bir tek masada kanat yiyen bir müşteri ve ona müzik çalan üç kişilik bir saz heyeti. Müzik başladıktan yaklaşık 15-20 dakika sonra başka müşteriler de gelmeye başladılar.
Bu arada cep telefonum çaldı, ellerimi hızlıca ıslak mendille silerek telefonu açtım, arayan eşimdi ve benim masamda çalan müzik olduğu gibi telefondan duyuyordu; bana gayet manidar bir şekilde ilk sorusu “Neredesin sen?” oldu. Ben de “İnanmayacaksın ama kanatçıdayım…” diye cevap verirken, aklıma Adana Kolcuoğlu Kebapçısı’ndaki “Kadınlar Matinesi” geldi.
Devamı haftaya salı günü…
21 Temmuz 2020