Pazar… Pazar…
Kadınlar gününün tarihçesini okumadan önce, “Kadınlar Gününü” kutlamanın aslında kadınlara yapılan bir haksızlık olduğunu düşünürdüm. Bir “Erkekler Günü” olmayıp, “Kadınlar Günü” olması, ya da “Erkekleri Koruma Derneği” olmayıp, “Kadınları Koruma Derneği” olması, işin özünde kadınlarımıza gerçekten hak ettikleri değeri verip vermediğimiz konusunda düşünmeye itiyor insanı.
Asıl adı “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olan bu günün hikayesi oldukça üzücü.
8 Mart 1857 tarihinde New York’ta bir tekstil dokuma sektöründe çalışan yüzlerce kadın ücret eşitsizliği, uzun çalışma saatleri ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek amacıyla greve başlamıştır. Bu grevler sırasında çıkan yangında fabrika önüne kurulan barikatların engel olması ve işçilerin kaçamaması nedeniyle, 100’ün üzerinde kadın işçi hayatını yitirmiştir.
1910 yılında Kopenhag’da düzenlenen 2. Sosyalist Enternasyonel toplantısında Alman siyasetçi Clara Zetkin, kadınların haklarını savunmak için gösterdikleri mücadeleyi simgelemesi için, 8 Mart gününün “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanması teklifini getirmiş ve teklif kabul edilmiştir.
1975 yılı kadın hakları mücadelesinde önemli bir tarih olmuştur, çünkü o yıl “Uluslararası Kadınlar Yılı” olarak kutlanmıştır ve Birleşmiş Milletler 1977 yılındaki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, 8 Mart’ı “Kadın Hakları ve Uluslararası Barış Günü olarak kabul etmiştir.
Kadın ve erkek arasında adalet, barış, karşılıklı sevgi ve saygı, empati ve sinerji için farkındalık yaratmak ve bunu vurgulamak için yılın sadece bir gününü buna ayırmak yetmez, daha fazlasını yapmak gerekiyor. Yani aslında kadınlar günü, kadınların %50 indirimle alışveriş yapacakları, ya da kadınlara çiçek dağıtılan bir gün olmamalıdır.
Özellikle de kadına karşı şiddet olaylarının arttığı son aylarda, “Kadınlar Günü”nün anlamı üzerine oturup düşünülmeli ve sürdürülebilir çözümler aranmalıdır.
Her şeyi de devletten beklememek gerekmektedir. Bence ilk adımlar aile içinde atılmalı, çocuklar asla annesine ve ailedeki diğer bireylere karşı aile içi şiddeti veya benzer baskıları yaşamamalıdır. Burada babalara ve ailelere büyük sorumluluklar düşmektedir; çocuklar kendi ailelerinde ne görürlerse, büyüdüklerinde bunu kendi ailelerinde de sürdürecekleri unutulmamalıdır.
İlköğretim okullarında “Ahlak” derslerinde ilk olarak bu konu işlenmeli, çocukların taze zihinleri bu bilinçle doldurulmalıdır. Eğitimin sadece okul süresince değil, bir yaşam boyu devam ettiği unutulmamalıdır.
Bu konuda daha alınacak çok yol var… Toplumun her kesimi bilinçlenmedikçe, hayat boyu kadınların değeri ve önemi içselleştirilmedikçe, “Kadınlar Günü” yılda sadece bir günlük bir anma, ya da kutlama olarak kalacaktır.
İyi Pazarlar
2015/60