Pazar… Pazar… 2015/68

Pazar… Pazar…

Bu hafta 32 yıl sonra kendi okulumda bir sunum yaptım.

Benim için çok anlamlı bir gündü, çünkü İşletme İktisadı Enstitüsü, 1954 yılında Türk iş hayatının önde gelen temsilcilerinden Vehbi Koç ve Nejat Eczacıbaşı`nın girişimleri ile İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi bünyesinde, Harvard Business School`un akademik, Ford Vakfı`nın finansal katkılarıyla kurulmuş, çağdaş anlamda işletmeci ve yönetici yetiştiren ilk eğitim kurumudur.

İşletme İktisadı Enstitüsü, kuruluşundan 1968 yılına kadar İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi bünyesinde faaliyetini sürdürdükten sonra, ülkemizde ilk kez bir “İşletme Fakültesi”nin kuruluşuna öncülük etmiş ve 1968 yılında kurulan İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi`nin akademik kadrosunun ve öğretim programının oluşturulmasında önemli görevler üstlenmiştir.

Ülkemizde ilk kez iş hayatından alınmış ve aynen Harvard Business Scholl’da uygulandığı gibi, gerçek işletmecilik sorunlarının tartışıldığı vak`a yöntemini (Case study) kullanan ve böylece çağdaş işletmecilik bilgilerinin aktarılması ile yetinmeyip, her biri geleceğin yöneticileri olacak adayların iş hayatında karşılaşacakları sorunları analiz etme, sistematik düşünme, tartışma, başkalarının fikirlerinden yararlanma ve birlikte karar verme gibi, yeteneklerini geliştirmeyi amaçlayan bir eğitimi uygulamaktadır.

Benim dönemim ve sonrasında gelenlere “İş dünyası” açısından bakacak olursam, söyle değerlendirebilirim:

II.Dünya savaşından sonraki 15-18 yılda doğanlardanım (1946-1964). Bizim kuşağa dünyada “Bebek Patlaması Kuşağı” (Baby Boomer) denmektedir. Savaş sonrası azalan nüfusu arttırmak amacı ile çocuk yapmanın teşvik edildiği bir dönemdir. Bir önceki döneme göre daha bir refah ortamında büyüdüğümüz, daha fazla boş zamanımızın olduğu, ailelerimizin tüm isteklerimizi gerçekleştirmek için üzerimize titrediği, nispeten “Bolluk ve bereket” içinde yaşadığımız kabul edilir. Bu kuşağın temsilcileri olarak, okullara bize öğretilenleri bazen “Öylesine” dinler, sorgulamaz, hatta okula gelen konuşmacıları pek dinlediğimiz bile söylenemez. Hatırlıyorum da, bize de bazı konuşmacılar gelmişti; “Bitse de gitsek” diye düşünür, okul sonrası gideceğimiz film, ya da atacağımız “Boğaz turu” hakkında küçük kâğıtlar yazar, gizlice birbirimize iletirdik. İnternet veya cep telefonu yoktu, dünyadaki gelişmeleri, ancak gazetelerin yazdıkları veya siyah beyaz TV’deki tek kanaldan anlatılan kadarı ile öğrenebiliyorduk. Sonradan bizim kuşak, iş hayatına atıldığında çok şeyi okullarda değil, “Yaparken” öğrendi. Yine de bu kuşak, çalışma hayatında üstlerine saygı duymuş, kendinden önceki “Usta”larından çok şey öğrenmiş, başarı ile uygulamış, özellikle 2000 ve 2005 yılları arasındaki iş dünyasındaki performansları kelimenin tam anlamı ile “Tavan yapmıştır”.

1965-1976 yılları arasında doğan “X kuşağı”, ya da “Kayıp Kuşak” (Lost Generation) olarak isimlendirilen kişilerle yıllarca birlikte çalıştım. Ekonomik krizler ve sosyal sancılardan dolayı, bu kuşak kendine güvenmeyi küçük yaşlarda öğrenmiş, hırslı, hızla yükselmeyi amaç edinmiş, kolay kolay kimseye güvenmeyen, bir önceki kuşağın yaptıklarını sorgulayan, hatta çoğu zaman da düşünceleri ters düşen bir kuşaktır. Aralarından çok yaratıcı, harika fikirler üreten, dünyanın diğer tarafını keşfeden çok başarılı kişiler çıkmıştır. Tartışmaktan asla kaçınmayan, “Kimse yoksa bile, ben tek başıma yaparım” diyen bu kuşağın temsilcilerini yönetmek kolay olmadığı gibi, yöneticilikleri de aynı şekilde zorlayıcı olmuştur. Ancak, içtenlikle itiraf etmeliyim ki, bizler X kuşağından çok şey öğrendik. “Globalizm” ve “Stratejik Yaklaşım” düşünceleri bu kuşağın, iş dünyasına kattığı önemli değerlerdir.

1977-1994 arasında doğan “Y kuşağı”, ya da “İçerik kuşağı” (Content Generation) olarak tanımlanan kuşakla, bugün üniversitede ders verirken, ya da eğitimlerde, seminerlerde birlikte oluyorum. Özgürlük ve teknoloji tutkunu bu gençler, artık her duyduğunu, anında araştırıyor, kaynağını buluyor, paylaşıyor, iletiyor, yorumlar yapıyor ve bunu yaparken de “Sosyal Medya”yı son derece aktif olarak kullanıyor. Yabancı yayınları izliyor, diğer üniversitelere konuk olarak gidiyor, okullardaki kulüplere katılıyor, iş dünyası ile iletişime geçmeye çalışıyor. Hatta çoğunun cebinde birer proje var, internet üzerinden iş yapmak, e-ticaret (B2B, B2C, C2C), dijital pazarlama gibi hedefleri var.

İşte, 32 yıl sonra kendi okulumda, sunum yaparken Y kuşağı karşımda oturuyordu. Biz zamanında “Bu konuşma, ya da ders ne zaman biter?” diye düşünürken, bu gençler, önlerinde Ipad, tablet, laptop, akıllı telefonlar açık, notlar alıyorlar, paylaştığım bir başlığı, anında internetten araştırıyor, oradan sorular soruyor, sunumun fotoğraflarını çekiyor ve sunum sonrası “Soru yağmuruna” tutuyordu…

Tabii ki, gördüklerim ve yaşadıklarımla, Y kuşağını genellemem mümkün değil, mutlaka aralarında bunları yapmayanlar da vardır. Ancak, gördüklerim bile, ülkemizin iş dünyası açısından geleceği için ümitlerimi yeşertti…

Sırada “Z Kuşağı” var… Bayrağı düşürmeden onlara devretmek önemli…

Ekonomik gücümüzün arttığı, ihracatın ithalatı dengelediği, üretimin büyük bir kısmını kendi kaynaklarımızla gerçekleştireceğimiz, tarım ve hayvancılık dahil, her sektörde doğru yatırımların ve teşviklerin yapıldığı, iş ve işçi güvenliğinin sağlandığı bir ülke olmak dileği ile…

İyi Pazarlar 

2015/68

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir