Pazar… Pazar…
Kuşkusuz tüm dünyada en sevilen spor dalı futboldur. Ligler, turnuvalar, Avrupa Şampiyonası, Dünya Kupası, takımlar, renkler, ünlü futbolcular, seyirciler ve daha bir çok heyecan. Futbol maçlarını izlemek için hafta sonlarını iple çeken milyonlarca seyirci. Futbolun ülke içinde birleştirici olduğu kadar, taraftarları birbirine düşüren etkisi de vardır. Ancak Milli bir maç olduğu zaman da neredeyse tüm ülke tek bir yürek olur.
Futbolla ilgili pek yazı yazmıyorum, ama bu hafta futbolun başka özelliklerinden söz edeceğim ve bunu insanların en çok ihtiyaç duyduğu saygı ve sevgiye bağlayacağım…
Dünyada en çok pazarlaması yapılan, en yüksek bütçelerin harcandığı ve reklam dünyasının en etkin mecralarının başında futbol maçları ve yayınları gelir. Bu nedenle tüm mecralara karşın futbol maçlarının arasında yayımlanan reklamların ücretleri daha yüksektir. Futbol takımlarına sponsor olmak veya ünlü kulüplerin formalarına marka ismini yazmak çok yüksek bütçelere mal olmaktadır. Ancak markalar bunun karşılığını fazlasıyla alırlar, çünkü bu şekilde markaları milyonlarca seyirciye ulaştığı gibi, yıllarca da etkisi devam etmektedir. Böylesi etkin bir mecraya karşın ülkelerin, kuruluşların veya şirketlerin kayıtsız kalması mümkün değildir. İşte bu nedenle dünya devi şirketler bile, futbol kulüplerinin şöhretinden istifade etmek veya marka imajlarını güçlendirmek için, kulüplerle reklam anlaşmaları yaparlar. Türk Hava Yolları da bu stratejiyi izlemiş ve dünyaca ünlü Barcelona, Atletico Madrid, Manchester United, Marsilya, Aston Villa, Köln, Borussia Dortmund, Feyenoord, Shakhtar Donetsk takımları ile Türkiye’de de Galatasaray ve Trabzonspor ile sponsorluk anlaşması imzalamıştı. Bu uygulamaya birçok dünya markasını da örnek olarak gösterebiliriz.
Böylesi etkin bir mecra, birçok uluslararası sivil toplum kuruluşlarının dikkatini çekmiş olmalı ki, özellikle son yıllarda toplum ve insanlık yararına bazı mesajlar verilmesi sağlanmıştır.
Dünya futbolunun başında olan Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (Fédération Internationale de Football Association) yani kısaca FIFA’nın son yıllardaki sloganı “Respect”, yani tüm dünyanın, tüm ülkelerin, tüm insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu şey olan “Saygı”dır. FIFA’nın ekteki filmini seyrettiğinizde, her ırktan, her renkten, her milletten insanların birbirine saygı gösterdiğini, kucaklaştığını ve birbirlerini oldukları gibi kabul ettiklerini, kelimenin tam anlamıyla birbirlerine saygı gösterdiklerini göreceksiniz. Verilmek istenen mesaj, “Saygı”nın bütünleştirici olduğudur.
https://www.youtube.com/watch?v=af9tyaOgM_g
İzlenirlik ve etkinlik açısından çok yüksek değeri olan futbolun, böylesi bir mesajı yayımlamasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Böylesi bir etkiyi başarabilecek çok az mecra vardır. İyi düşünülmüş bir “Sosyal Sorumluluk” kampanyasıdır. Ama ne yazık ki, dünyada eksikliğini en çok hissettiğimiz kavramların başında yine de “Saygı” gelmektedir.
Bireysel ilişkilerden tutun, toplumlar ve ülkeler arası ilişkilerin temelinde saygı olmalıdır. Saygı olmazsa her şey yıkılır ve yok olur gider. İnsanlar birbirlerine saygı duyarlarsa, toplum yaşanır hale gelir.
Tek bir dünyamız var ve bunu hep birlikte paylaşmak zorundayız. O nedenle her bireye saygı duymalıyız. Üstelik bu saygıyı sadece insanlara değil, hayvan dostlarımıza, yaşam kaynağımız olan ve bizden sonraki nesillere bırakmak zorunda olduğumuz doğamıza, kültürel mirasımızı yansıtan tarihi eserlere de göstermek zorundayız.
Yukarıdaki cümlenin içinde yazdığım sözcükleri lütfen tekrar okuyunuz… Ne yazık ki çevrenizde ve dünyanın bir çok yerinde bunlara saygı göstermeyen ve her şeyin yok olup gitmesine neden olan veya göz yuman ne kadar çok insan olduğunu göreceksiniz…
Global olarak veya ülkemizin bu konudaki eksikliğini gidermek, birer birey olarak tek başımıza yapabileceğimiz bir şey değil, ama yine de durgun bir gölün ortasına atılan bir taşın, minik dalgalar oluşturarak, kıyıya kadar ulaşması gibi en yakın çevremize saygılı davranarak başlayabiliriz.
Örneğin, ailemizden başlayarak, herkese saygı gösteriyor muyuz?
Çocuğumuzun odasına girerken kapıyı çalıyor muyuz? Kaç yaşında olursa olsun, çocuğumuz hakkında bir karar vermek zorunda olduğumuzda, bunu önce onunla konuşuyor muyuz?
Komşularımızın haklarına ve dinlenme saatlerine saygı duyuyor muyuz?
Hatalı bir park yaptığımızda veya yapılmaması gereken bir şey yaptığımızda, sadece işini yapmak zorunda olan ve bizi uyaran bir görevliye saygı duyuyor muyuz? Bir görevli olmasa bile o kurallara saygı gösteriyor muyuz?
Trafikte araç kullanırken, bir yere girerken, bir sırada beklerken, önceliği olanlara veya sizden önce gelenlere saygılı davranıyor muyuz? Trafik kurallarına, diğer sürücülere ve yayalara saygı gösteriyor muyuz?
Metroda sadece engelli, yaşlı veya çocuklu kişiler için ayrılmış asansörleri kullanıyor muyuz?
Kalabalık yerlerde cep telefonu ile yüksek sesle konuşuyor muyuz? Sessiz olunması gereken bir yerde, hastanede, sinemada veya konserde cep telefonunun sesini kapatıyor muyuz?
Bir toplantıda işe yeni başlayan çalışanların fikirlerini saygı ile dinliyor muyuz? Deneyimsiz bir çalışanın, işinde hata yapması karşısında, bunun olabileceğini kabul edebiliyor muyuz?
Çöpü sokağa atmak yerine bir çöp kutusu bulana kadar elimizde taşıyor muyuz?
Bize gönderilen bir e-postaya cevap veriyor muyuz? Bizi arayıp ulaşamayan bir kişiye, sonradan dönüş yapıyor muyuz?
Örnekleri çoğaltabiliriz, ama belki de en değerlisi; hayatımızdaki insanların veya sevdiklerimizin isteklerine, hayallerine ve hedeflerine saygı duyuyor muyuz? Aslında tüm bunlar kendimize duyduğumuz saygıyı oluşturmaz mı?
Saygı duymadığımız bir kişiyi veya bir şeyi sevmemiz zor olur…
Önce saygı, sonra sevgi…
İşte o zaman “Sevgililer Günü “ kutlu olur
İyi Pazarlar…
2016/109