Pazar… Pazar…
Dün Turgut Özakman’ın romanını önerince, birkaç konuyu hatırlatmak istedim, çünkü son yıllarda Çanakkale Zaferi ile ilgili bilgi kirliliği olduğunu görmekteyim. Değerli yazarın kitabının önsözünde belirtmiş olduğu gibi, Çanakkale hakkındaki ciddi, dürüst, saygıdeğer araştırmaların dışında üç tür yaklaşım bulunmaktadır.
Birinci yaklaşım, Çanakkale’yi Mustafa Kemal’siz anlatmaya çalışarak, Mustafa Kemal’i yok sayan yaklaşımdır. Bu yaklaşımla yazılmış yazılar, bazı uyduruk kitaplar, romanlar, hatta CD’ler de bulunmaktadır. Bu yaklaşın bile bile gerçeğe ihanet etmek ve tarihi kirletmektir.
İkinci yaklaşım, Çanakkale’de Mustafa Kemal’in rolünü küçültmeye çalışmaktır. Bunlar “Çanakkale’de Mustafa Kemal yoktu” diyemiyorlar, ama Mustafa Kemal’in Çanakkale Zaferindeki rolünü bin dereden su getirerek, küçültmeye, önemsizleştirmeye, dikkatten kaçırmaya çalışıyorlar. Sahte tarihçilere ve onların karanlık amaçlarına hizmet ediyorlar.
Üçüncü yaklaşım ise, Çanakkale’yi bir mucizeler, kerametler sergisi halinde anlatmak. Komutanların, subayların ve Mehmetçiklerin önemli bir rollerinin olmadığını, savaşı komutanlar, dövüşenler, can verenler değil, ilahi, gizli güçler, veliler, erenler, dervişler kazanmış. (1)
Aynı kitapta bu üç yaklaşımla ilgili örnekler kaynakça verilerek belirtilmiştir. Burada daha fazla detaya girmiyorum. Ancak, 1915 Çanakkale Zaferi ile birkaç önemli konuyu hatırlatmak isterim.
Çanakkale Savaşı öncesinde kaybedilen savaşlar Osmanlı’yı çok zayıf düşürmüştü; uzun yıllar süren savaşlar devleti çökertmişti, hazine bomboştu, modern bir savaş için gerekli silahlar hiç yoktu. Politik durum felaketti, Jön Türklerin ilk liberal demokrat hareketleri devlet baskısını arttırmıştı. Diğer yandan Birtanya İmparatorluğu, Avusturalya, Yeni Zelanda ve Fransa’dan oluşan İtilaf Devletleri, İstanbul’u ele geçirerek, Almanya İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna karşı Rusya’ya güvenli bir hat açmak ve Osmanlı’yı devre dışı bırakmak istiyorlardı. Ayrıca, İtilaf Devletleri açısından Osmanlı Devleti’nin tasfiyesiyle, Doğu sorunu halledilmiş olup, İngiltere’ye zengin petrol yataklarına sahip Ortadoğu’ya kısa yoldan ulaşma yolu açılacaktı. Bu nedenle Çanakkale Boğazı’nı geçmek zorundaydılar, çünkü Rusya’ya tek bağlantı boğazlardan geçiyordu… İtilaf Devletleri, o zamana kadar oluşturulan en büyük donanma ve savaş sonuna kadar toplanan yaklaşık 568.000 asker ile Gelibolu’ya geldiler… Seferberlik ilanından, Temmuz 1915 yılına kadar, Osmanlı Devleti’nin silahaltına aldığı toplam asker sayısı 2.000.000 kişiye yaklaştı.
I.Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ise bu sayı 2.608.000 kişiye ulaştı. Çanakkale Muharebeleri’nin doruğa çıktığı Ağustos başında silah altına alınanların büyük bir kısmı Çanakkale’ye gönderildi. Osmanlı ordusundan, Eylül 1915’e kadar Çanakkale cephesine sevk olunan kuvvet toplamı 310.000 kişiye ulaştı. İtilaf Devletleri Çanakkale’yi geçemediler ve 252.000 kayıp verdiler.
Osmanlı da şehit, yaralı, hasta ve diğer savaş dışı kalanlarla 250.000 kayıp verdi. Bu cephe, hem savaş sırasında yaşananlar, hem de savaş sonuçları itibariyle Türk ve Dünya tarihinde iz bırakmış olayların başında gelir.
Çanakkale Zaferinin sonuçlarına bakacak olursak:
Çanakkale Savaşı’ndaki kayıplara istatistiki bir veri gibi bakmak durumun ciddiyetini ve kayıpların büyüklüğünü görmemize yetmez, çünkü savaşta bulunan her gencin ve ailesinin geleceği, hayalleri olduğunu göz önüne alırsak, bunlardan mahrum kaldıklarını düşünmek, Türkiye’yi aydınlık geleceğe taşıyacak olan gençliğin yitirilmesi, savaşın sadece siyasal sonuçlarını değil sosyal ve psikolojik sonuçlarını da değerlendirmeyi gerektirmektedir.
Çanakkale Zaferinin siyasi açıdan sonuçları:
Çanakkale Savaşları’nın I. Dünya Savaşı üzerindeki en belirgin etkisi, savaşın iki yıl daha uzaması oldu. Zira 1915 yılında Boğaz’ın geçilmesi ve İstanbul’un işgaliyle harp dışı kalması ile Almanya üzerine gönderilmek üzere hazırlanan birlikler hareket edecekti. Türk ordusunun Çanakkale’yi, dolayısıyla vatanını hayatı pahasına savunması İtilaf Devletlerinin bütün planlarının suya düştüğü anlamına geliyordu. Ayrıca bizim için, hem I. Dünya Savaşında, hem de Milli Mücadele sırasında büyük öneme sahip olan Rus Çarlığı’nın 1917 ihtilali ile yıkılarak savaştan çekilmesine neden oldu. Çanakkale Zaferi, Balkan Savaşları’yla içte ve dışta sarsılmış olan devlet itibarını kurtarıp güçlendirmiştir.
Çökmekte olan Osmanlı Devleti içinde Türk milletinin gücünü ve kudretini hala koruduğunu göstermiştir. Çanakkale Zaferi, Trablusgarp ve Balkan savaşı yenilgilerinden sonra, her şey bitti denilen noktada büyük moral kaynağı ve milli mücadelenin ilk kıvılcımı oldu…
Henüz savaşa katılmamış olan devletlerin tutumlarını etkilemiştir. Bulgaristan, merkezi devletlerin yanında yer almış, Romanya, Yunanistan ile İtalya bir süre daha savaş dışında kalmış ve Arap isyanı da bir süre gecikmiştir. İtilaf Devletleri’nin Boğaz’ı geçemeyişi, İngiltere ve Fransa’nın askeri ve siyasi itibarını sarsmış; bu devletlerin sömürgelerinde bağımsızlık ve özgürlük akımlarının doğmasına, dolayısıyla da dünya haritasında bazı değişikliklere yol açmıştır. Çanakkale’de savaşan Avustralya ve Yeni Zelandalıların milli bilinçlerinin oluşmasında etken olduğu gibi, savaş sırasında ve sonrasında bu ülke vatandaşları ve hükümetleri ile dostlukların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Boğazların, Birinci Dünya Savaşı başında, Osmanlı Devleti tarafından kapatılıp savaşın sonuna kadar açılmaması, uluslar arası ticari ilişkileri ve Karadeniz’e komşu ülkelerin ticaretini olumsuz etkilemiştir.
Çanakkale Savaşının sosyal sonuçları:
Kayıpların 250.000 kişi civarında olduğu göz önünde bulundurulursa, yaklaşık 1.500.000 Türk’ün aile bağlarıyla bu savaştan etkilendiği görülür. Eğer bunlara akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık bağları da eklenirse, neredeyse o günkü bütün Anadolu nüfusunun Çanakkale Savaşı’yla doğrudan ilgisi bulunabilir. Dünya Savaşı’nın bir cephesi olarak 1915 Çanakkale Savaşları, Türkiye’de yaşayan herkesin zihninde özel çağrışımlar yapmaktadır. Çanakkale Savaşı, Türk milletinin vatan ve özgürlüğü uğruna her şeyi yapabilecek güce ve cesarete sahip olduğu kanıtlanmıştır…
Türk Devrimi ile bugünkü yazımı sonlandırmak isterim.
Türk Devrimlerinin başlangıcıyla ilgili net bir tarih vermek doğru olmaz ama, 1919 yılında özellikle de 4 Eylül 1919 (Sivas Kongresi) tarihi olarak belirlemek en doğrusu olacaktır. Gazi Kemal Atatürk Türk Devrimini “Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler…” şeklinde ifade etmiştir.
Kaynakça
(1) T. Özakman, Diriliş Çanakkale 1915, Bilgi Yayınevi, İstanbul, Mart 2008
İyi Pazarlar…
2017/166