Pazar… Pazar…
İstanbul’un bir dünya markası olması, ülkemize her açıdan çok değerli kazanımlar getireceğini tahmin etmek zor değil.
Ülkemizin tanıtımına, ekonomisine, kültürel faaliyetlerine yapacağı katkılar saymakla bitmez. Bir şehrin marka olabilmesi için yıllarca sistematik olarak, planlı ve programlı, çok yönlü çalışmak ve bir takım girişimler yapmak gerekmektedir. Sadece otel veya konaklama tesisleri inşa etmek yeterli değildir. Uluslararası kongreler, fuarlar, konserler, kültürel etkinlikler, spor turnuvaları, festivaller ve bunlara benzer girişimler yapmak, dünyaca ünlü bilim adamı, sanatçı, sporcu veya gazetecileri getirmek, yurt dışında etkin tanıtım yapmak ve internetten dünyaya duyurmak gerekmektedir. Tabii ki müzeleri yeniden düzenlemek, tarihi ve turistik yerleri bakımlı hale getirmek ve daha önce yapılmamış inovatif girişimler yapılmalıdır. Yani, burada anlatıma sığmayacak kadar çok konuda çalışmalar yapmak ve bunları sürdürmek gerekmektedir.
Dünyaca ünlü şehir markalarına baktığımızda, bu seviyeye kısa zamanda gelmediklerini, yıllarca süren yüzlerce proje yaptıklarını ve sonunda her yıl milyonlarca turistin bu şehirleri ziyaret ettiklerini ve her sektörün kazançlı çıktığını söyleyebiliriz. Bu çalışmaların sürdürülmesi durumunda turist sayısı artarak devam edecektir; örneğin “New York”u yılda 56 milyon, “Paris”i yılda 48 milyon, “Londra”yı ise 39 milyon turist ziyaret etmektedir. (1) Ancak çalışmaların sürdürülmemesi durumunda veya başka etkenlerden dolayı “Dubai” örneğinde olduğu gibi, turizmde düşüş yaşanabilir. (2)
Bana göre ülkemizin en değerli markası “İstanbul”dur. İnşa edilen onca otel veya tesisin verimli çalışabilmesi, efektif olabilmesi, her sektörden işletmelerin veya esnafın para kazanabilmesi için, “İstanbul” markasının özenle korunması ve kelimenin tam anlamı ile üzerine titrememiz gerekmektedir. Ancak, dışardan başkaları ve içerden de biz, bu değerli markamıza zarar verecek herşeyi yapmaktayız. Terör ise bunun en kötüsüdür. Bir şehrin terör ve suçla anılması, ona verilebilecek en büyük zarardır. Bu olumsuz imajı ortadan kaldırmak on yıllara mal olabilir.
Amerika Birleşik Devletleri tarafından dün yürürlüğe giren uygulama ile, Orta Doğu ve Afrika’daki bazı ülkelerden ABD’ye yapılan direkt uçuşlarda kabine alınabilecek elektronik cihazlara kısıtlama getirildi. Bu kararla birlikte ABD’ne gidecek uçaklarda laptop yasağı getirildi. İngiltere de aynı yasağı uygulamaya başladı.
Buna göre yolcular kabine sadece cep telefonlarını ve gerekli olan tıbbi cihazları alabilecekler. Bunun dışında kalan laptop ve kamera gibi diğer elektronik cihazların mutlaka bagaja verilmesi gerekiyor.
Associated Press’in haberine göre bu ülkeler arasında Türkiye de var, diğer ülkeler ise Mısır, Ürdün, Fas, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt. (3)
Bu ne demektir?
– Türkiye’nin güvenli bir ülke olmadığı, her an terör eylemlerinin olabileceği, (Aslında dünyanın her şehrinde ve her an terör saldırılarının olabileceği biliniyor, ama öncelikli olabilecek ülkeler belirlenmiş)
– Uçaklara binilirken yeteri kadar arama ve kontrollerin yapılmadığı, (Oysa söz konusu ülkelere uçacak yolcuların vizeleri kontrol ediliyor ve özellikle ABD’ye uçarken vizeler önceden scan edilerek ABD’ye iletiliyor, yani yolcular daha uçakta oraya uçarken, kimin geleceğini biliyorlar)
– Türkiye’nin terörist veya yasa dışı kişiler için kolaylıkla geçiş olabilecek bir ülke olduğu,
– Türk güvenlik birimlere güvenilmediği gibi turizm ve yabancı ziyaretçiler açısından çok önemli olan konular bir anlamda tescillenmiş oluyor.
Her ne kadar bu yasağın geçici bir süre olması belirtiliyor olsa da, “Türkiye” ve “İstanbul”un böyle anılması, marka imajına çok zarar verecektir ve ne yazık ki bu olumsuz algı kolaylıkla unutulmayacaktır.
Bu yasağın Türk Hava Yollarına karşı yapılmış bir hamle olduğuna inanmak mümkün değil, çünkü 2016 yılı faaliyetlerinden 47 milyon TL zarar ettiğini açıklayan THY’nı kim kıskanacak ki? (“Kıskanmak” fiilini özellikle kullandım, çünkü bazı söylemlerde bunu sıkça duymaya başladım. “Kıskanmak” ekonomi ve işletme dünyasında olmayan bir eylem, bu ancak kişiler arasında duygusal bir davranış olabilir. En yakın iddia THY’nın “Pazar payı”ndan pay almak isteyen bazı hava yollarının olması olabilir, ancak dünyanın son yıllardaki olumsuz ekonomik seyrinde bu “Macera”ya girişecek, bir hava yolu veya ülke olacağını pek sanmıyorum. Bu kadar zararı kim göze alabilir ki?
Bence “İstanbul”un çok kısa zamanda olumlu imaja dönmesi ve bir “Marka” olabilmesi için, başta ilgili devlet ve şehir yöneticileri olmak üzere, her bireye görev düşmektedir. Bu kadarcık sınırlı olanda yapılabilecekleri yazmam mümkün değil, ancak hepimiz bu sorumlulukları biliyoruz diye düşünüyorum. En azından yurt dışından da okunduğu için, terör veya benzeri olayları veya görüntüleri paylaşırken, bir kez daha düşünmemizde fayda vardır.
(1) http://www.hurriyet.com.tr/paris-ve-new-york-turist-rekortm…
(2) http://www.turizmdebusabah.com/…/isvicre-iyi,-dubaide-buyuk…
(3) http://www.cnnturk.com/…/abd-ucaklarda-dizustu-yasagi-getir…
(4) http://www.milligazete.com.tr/thy_2016_yilinda_47_mi…/457021
İyi Pazarlar…
2017/167