SALI SOHBETİ – 27

BÜYÜLENME

İstanbul’da ofiste bulunduğum günlerden birinde Trakya’dan bir bayimiz olan Hüseyin Bey telefon açarak beni ziyaret etmek istediğini bildirmişti. Tabii ki memnuniyetle kendisini beklediğimi bildirdim. Bir tuhafiyeci olan bayimiz, dükkanında yün, iğne, iplik, çorap, düğme ve benzeri malzemelerin yanı sıra, kozmetik ve parfüm de satıyordu.

Şimdilerde çok azalmış olan bu tuhafiye dükkanları özellikle Trakya ve Anadolu’da çok yaygındı. Hatta Mersin ve civarında “Düğmeci” dükkanları vardı ve bu dükkanlarda aklınıza gelebilecek her türlü düğme çeşitlerini bulmak mümkündü. Bu tuhafiyecilerin müşterileri çoğunlukla kadınlardı, bu nedenden olsa gerek, bir süre sonra bunlar kozmetik ve parfüm de satmaya başladılar; aynı Adana’daki “Havlucular” gibi.

Havlu satan mağazalar da Güneydoğu Bölgesi’nde çok yaygındı. Bu mağazaların da müşterileri hep kadınlardı. Ne yazık ki, çok renkli olan bu mağazalar zamanla azaldı. O zamanlar bu mağazaların sahipleri bizzat tezgah arkasında müşterilerine servis yapıyorlardı. Müşterilerini yakından tanıyorlar ve onlarla fırsat buldukça sohbetler yapıyorlardı. Böyle bayilere uğradığım zamanlarda, mağaza sahiplerinin ya da tezgahtarların müşterileriyle derin aile sohbetlerine girdiklerine, hatta çay ve kahve ikramının yanında, bazı kadın müşterilerin evde yapılmış börek veya kurabiye bile getirip ikram ettiklerine tanık oldum. Hazır giyim sektörünün hızla gelişmesi ve neredeyse adım başı yapılan alışveriş merkezleri, mahalle arasındaki tuhafiye dükkanlarının ve havlucuların hızla azalmasına neden oldu.

Trakya’daki bayimiz Hüseyin Bey de bu renkli dünyanın oyuncularından biriydi. Birkaç defa dükkanını ziyarete gitmiş ve oldukça yüklü siparişler almıştım. Neredeyse her gelen müşterisini ismen tanıyan, tatlı dilli ve son derece konuşkan bir adamdı. Kendisini ziyarete gittiğim bir seferinde dükkanına alışveriş yapmaya gelen genç bir kızı göstererek, bana tatlı bir Trakya şivesiyle “Bu var ya, annesinin elinden tutup benim dükkanıma gelmeye başladığında, daha iki-üç yaşındaydı. Hatta ben bunun ninesini de tanırım…” diyerek, müşterilerini ne kadar eskiden tanıdığını ifade etmeye çalışmıştı. Sadece çengelli iğne almaya gelen bir kadına, sohbetle karışık, ne yapar ne eder kozmetik veya parfüm satardı. Çoğu kadın müşterinin cari hesap kartı vardı, sonradan kocalarından para alır, hesabı kapatır, ya da taksitle öderlerdi. Dükkanında mal çokluğundan ve yer darlığından, neredeyse hareket edecek yer yoktu. Biraz dikkatsiz hareket etseniz, bir şeye çarpma ihtimaliniz çok yüksekti. Kendisini ziyarete gelen satıcıları ağırlayacak bir ofis şöyle dursun, tezgahın önüne koyduğu tabureye zor ilişiyorduk.

Zaten müşteri gelince de, ayağa kalkıp, biraz geriye çekilmek gerekiyordu. Bu hengamenin içinde bile Hüseyin Bey, her istediğini kolaylıkla buluyordu. Bu arada işleri o kadar yoğundu ki, İstanbul’daki firmalardan gönderilen bazı kolileri bile, ancak günler sonra açabiliyor ve rafa dizebiliyordu. Kapalı kolileri, dükkanın önünde yığılı olarak görmek çok olağandı. Firmaların gönderdiği görselleri (Pankart, poster, karton stant vs.) koyacak yeri olmadığı için, hepsi dükkânın önüne veya kapı girişine dizilmişti. Müşterisi yaptığı alışverişi hediye paketi istediğinde, tezgahtan birkaç şeyi sağa sola koyması gerekiyordu.

İşte bu tatlı dilli, becerikli esnaf Hüseyin Bey ofise geldiğinde oturduk, biraz sohbet ve hoşbeşten sonra, kendisine yeni ürünleri gösterdim. Bana “Ne bekliyorsun be ya, hemen göndersene bize, satalım bu malları…” diyerek sevecenlikle siparişini verdi.

Hüseyin Bey’i biraz onurlandırmak için, aklıma onu Genel Müdür ile tanıştırmak geldi. Kendisinden iki dakika izin isteyerek toplantı odasından çıktım ve hemen Faruk Bey’in yanına giderek, Trakya’dan bir bayimizin geldiğini bildirdim. Hemen vermek istediğim mesajı aldı, bana bayinin adını sordu, ben de ismini söyledim.

Benimle birlikte toplantı odasına geldi ve Hüseyin Bey’in elini kuvvetlice sıkarak, “Hoş geldiniz Hüseyin Bey; Hakan bize sizin mağazadan nasıl büyülendiğini anlata anlata bitiremedi…” dedi. Ardından birkaç cümle daha söyleyerek odadan çıktı.

Toplantı odasında yalnız kalınca, Hüseyin Bey bana dönerek, biraz sitem ve biraz alınganlıkla “Yahu, bizim dükkanın neresinden büyülendin be ya? Benim bile karışıklıktan başım dönüyor, sen de gelip benim tezgahı burada anlatıp, durmuşsun…” demez mi?

Hüseyin Bey’in bu iltifatı anlamayıp, bozulduğunu anladım, ama lafı nasıl çevireceğimi de bilemedim. Bu değerli müşterimi üzmek ve kırmak niyetinde değildim, ama adamcağıza Faruk Bey’in sözlerinin kibarlık nedeniyle söylenmiş, süslü laflar olduğunu nasıl söyleyecektim ki? Yine sırtımdan bir damla terin, aşağıya doğru hareket ettiğini hissettim. “Faruk Bey ya, neden adamın dükkanını bile görmeden, böyle şatafatlı laflar söylersin ki?!” diye aklımdan geçirerek, Hüseyin Bey’e “Abicim, sen bizden inanılmaz yüklü mal çekiyorsun ve günü gününe ödüyorsun ya; işte onu anlattım, ne kadar borcuna sadık ve titiz bir adam olduğunu, ayrıca dükkanının arı kovanı gibi çalıştığını da…” dedim.

Bu sözler Hüseyin Bey’in hoşuna gitti, “Söyle bir çay daha ve çıkar benim hesap durumunu da bir çek vereyim sana…” demez mi? Normalde, bayiler üretici veya ithalatçı firmaları ziyaret ettiklerinde sadece siparişi verir, giderlerdi. Sonradan bölge ziyareti yaptığımızda, tahsilatı yapardık. Hem Hüseyin Bey’in gönlünü, hem de daha sevk etmediğimiz malın ödemesini almıştım.

İyi niyetle yapılan bir iltifat, az daha bir krize dönüşüyordu. Neyse ki, birkaç cümle ile durumu idare etmiştim ya da Hüseyin Bey kibarlık yapmış, konuyu daha fazla uzatmayarak, işi tatlıya bağlamıştı.

Eleştirmek kadar, aşırı iltifat da bazen insanların sizi yanlış anlamasına neden olabilir. Ne olursa olsun, uzaktan gelen bir bayinin, mağazasını görmeden, böylesi sözler sarf edilmesi doğru değildi. İleri yıllarda yöneticilik yaptığım dönemlerde, bu konuya hep dikkat ettim ve insanların işleri veya mağazaları hakkında çok hassas olabileceklerini düşündüm. Hele bazı bölge ziyaretlerinde, satış müdürlerinin, mağaza sahibine ders verir gibi, “Bu ürünleri şuraya koyun…”, “Müşterinize şöyle davranın…” veya “Mağazanın dekorasyonunu değiştirmeniz lazım…” gibi yorumlarda bulunduğunu gördükçe, kendimi bayinin yerine koyar ve “Bayinin şartlarını ve bölge yapısını bilmeden, ahkam kesmek, ne kadar doğru olabilir ki?…” diye düşünmeden edemezdim.

Devamı haftaya Salı günü…

16 Nisan 2019

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir