Pazar… Pazar… 2016/117

Pazar… Pazar…

Türkiye’nin en değerli markalarından biri “İstanbul”dur, belki de en değerli markasıdır. Fransa için “Paris”; İngiltere için “Londra”, İtalya için “Roma” ne ise, Türkiye için de “İstanbul” o dur. Üstelik bu sadece bizler için değil, tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçektir.

II. Dünya Savaşı sonrasında 1945 yılında Almanya, Batı ve Doğu olmak üzere ikiye bölününce, bir zamanlar Avrupa’nın en renkli, en çok kültürel faaliyetlerin yapıldığı, 1936 yılında olimpiyatların düzenlendiği Berlin de, ortasından “Utanç Duvarı” ile ikiye bölündü. Batı Almanya başkentini Bonn yaptı, ama tüm etkinlikleri Batı Berlin’de sürdürmeye devam etti. 1990 yılında duvar yıkılıp, iki Almanya birleşince, Berlin tekrar başkent yapıldı. Günümüzde Almanya, Berlin’in tekrar eski şaşalı yıllarını geri getirmeye gayret etmektedir. “Berlin” de Almanya için önemli bir markadır.

Buna benzer bir çok ülke ve ülke ile birlikte anılan kent sayabiliriz. Örneğin Brezilya’nın başkenti Brasilia’dır, ama tüm dünya Brezilya’da Rio de Janerio’yu bilir ve oraya gitmek ister. Amerika Birleşik Devletlerinin de en önemli markasının “New York” olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Ülkelerin fotoğraflarına baktığınızda ilk olarak bu kentlerin simgeleri olan yapıtları veya manzaraları görürsünüz. Fransa için Eyfel kulesi, İngiltere için Westminster Sarayı ve Big Ben Saat Kulesi, İtalya için Roma’daki Coliseum, Almanya için Brandenburg Kapısı, Brezilya için Rio’daki İsa Heykeli, Amerika Birleşik Devletleri için Empire State Binası, Yunanistan için Akropolis, Türkiye için de Topkapı Sarayı ve Ayasofya jenerik görüntülerdir.

İnsanlar ülkelere bu kentleri görmek ve orada bir şeyler yaşamak için giderler. Turizm sadece deniz, güneş ve kumsalı kapsamaz, eğer kültürel etkinlikler, müzeler, konserler, yarışmalar, alternatif spor imkânları ve buna benzer insanların ilgisini çekecek faaliyetler yoksa, turistler bir defalığına gelir ve bir daha da gelmek için ilgi duymazlar. Oysa turistlerin tekrar tekrar gelmeleri hem gelir, hem de ülkenin tanıtımı açısından çok önemlidir, çünkü bu turistler, aynı zamanda ülkenin gönüllü marka elçileri olurlar.

Örneğin 10 yıl öncesine kadar sadece Ege Denizindeki Yunan Adalarına sefer yapan Cruise gemilerine batılı turistlerin ilgisi azalmaya başlamıştı, çünkü sadece adalardaki sahiller artık ilgi çekmeye yetmiyordu. Daha sonra bu turlara İstanbul ve Kuşadası’ndaki Efes’i de dahil etmeleri ile birlikte, turlar çok daha ilginç bir hale geldi ve yeniden canlandı.

Dünyadaki şehirlere baktığınızda kuruluşu M.Ö. 667 yılına dayanan çok az şehir görebilirsiniz. Üstelik İstanbul sadece eski bir yerleşim yeri olarak değil, üç büyük imparatorluğun başkenti olmuş, dünyanın merkezi sayılabilecek bir konumda, iki kıtayı birleştiren İstanbul Boğazı’nın iki yanına kurulmuş tarihi yapıları ve doğal güzellikleri ile yabancıları gerçekten büyüleyen bir şehirdir. Dünyanın her yerinde “Türkiye” dendiğinde akla “İstanbul” gelir…

Ama ne yazık ki bu derece kültürel mirasa sahip, bu önemli markamız bugün terörle anılıyor. Otellerin doluluk oranları %12’lere kadar düşmüş durumda. Daha önceden tarihi belirlenmiş kongreler, sportif turnuvalar, turistik turlar iptal ediliyor. Birçok ülke vatandaşlarına “Ülkeyi terk edin” uyarısı gönderiyor veya belirli bölgelerde bulunmayın mesajı iletiyor. Konsolosluklar veya yabancı okullar günübirliğine kapatılıyor. Uzun uğraş ve beklemelerden sonra Türkiye’de yapılması sağlanan uluslararası spor karşılaşmaları terör nedeniyle, Türkiye’den alınıp, başka ülkelere verilmektedir. Bu çok üzücüdür, çünkü bu turnuvaların tekrar Türkiye’ye verilmesi için aradan uzunca bir zamanın geçmesi gerekecektir. Zaten sırada bir çok ülke bu turnuvaları düzenlemek için aday durumdadır. Yine Ege’de bazı Cruise Gemileri turlarından maalesef İzmir ve Efes’i çıkarmışlardır.

Ülkemizin en değerli markası olan “İstanbul” ciddi bir şekilde yara almaktadır. Elbette bu günler de geçecektir, ancak markanın yabancılarda yarattığı algıyı değiştirmek uzun zaman gerektirecektir. Hangimiz geçmişte adı terörle anılmış bir ülkeye veya sürekli çatışmaların yaşanmış olduğu bir şehre turistik amaçla gitmek ister ki? İlk sorumuz “O ülke güvenli mi?” olmaz mı?

İstanbul’a geçen yıl gelen yabancı turist sayısı tarihinin zirvesine çıkarak, 11 milyon 842 bin 983 oldu. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı ”Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2014 Sonuçları”na göre ülke nüfusumuz 77 milyon 695 bin 904 kişiye ulaşırken, İstanbul’a son 10 yılda gelen yabancı turist sayısı 77 milyon 926 bin 908 kişi olmuş. Yani İstanbul’a gelmiş milyonlarca yabancı var, bunlar İstanbul’u tanımışlardır ve onlarda bir algı oluşmuş durumdadır. Buna “Marka mirası” diyoruz…

Geçtiğimiz yılların bazı aylarında Taksim ve Sultanahmet’teki otellerde yer bulmak mümkün olmuyordu. “Bacasız fabrika” denen turizm sadece otelcileri ve turizmden gelir elde eden işletmeleri değil, tüm ülke ekonomisine katkı yapmaktadır. Türkiye’nin en önemli gelir kaynaklarından biri olan turizm, asla göz ardı edilecek bir sektör değildir, kaldı ki diğer tüm sektörlerdeki iş potansiyelini de tetiklemektedir.

“İstanbul” markasının en kısa zamanda tekrar parlatılması ve gelecekte dünyanın en gözde şehirlerinden biri yapmak için bazı somut adımların atılması gerekmektedir. Özellikle günümüzde yaşayanlar yabancılar “İstanbul” markasının mirasından dolayı tekrar gelmeye devam edeceklerdir, yeter ki terör kelimesi gündemden düşsün. Tabii bunun için biraz zamana gereksinim olacaktır. Önemli olan şu anda daha genç yaşta olup, hiç İstanbul’a gelmemiş, ya da İstanbul’u bilmeyen yabancıların algısında olumsuz izler bırakmamaktır. Yani gelecek kuşağa yatırım yapmak gerekmektedir.

Bir turizmci veya bir tarihçi gözüyle değil, ama “İstanbul” gibi bir markanın algısını doğru yönetmek adına bir “Pazarlamacı” gözü ile bazı fikirlerimi burada paylaşmak isterim.

Halen devam eden “İstanbul Festivali” gibi etkinliklerin hızla uluslararası platforma taşınması, müzelerin renove edilmesi, kongre turizminin canlandırılması, uluslararası spor turnuvalarının devam ettirilmesi, konserler, moda günleri, fuarlar gibi zaten yapılması gereken faaliyetlerin yanı sıra, gelecek kuşakların, özellikle de Z Kuşağının (Kristal Çocukların) ilgisini çekecek inovatif girişimler yapılmalıdır.

Bugün yazımı daha fazla uzatmamak için burada son veriyorum, haftaya Pazar sabahı kaldığım yerden devam edeceğim.

İyi Pazarlar…

2016/117

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir