Pazar… Pazar…
Öyle bir ülke ve öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, her gün yeni bir konu gündeme geliyor. Hangi konuya odaklanacağımızı veya tartışacağımızı bazen şaşırıyoruz. Bu sabah kahvenizin yanına bir kurabiye, birkaç da tuzlu kraker koymayı düşünüyorum.
Öncelikle Milli Eğitim Bakanlığının “Proje Okulları”ndaki 8 yılını dolduran öğretmenlerin, diğer okullara tayin kararı yürürlüğe kondu. Bir yandan tayin kararının durdurulduğu haberleri de var; açıkçası tam olarak ne olduğunu anlamak mümkün değil. Ancak cuma akşamı aldığım bir habere göre, bazı liselerde uygulama çoktan başlatılmış bile.
Bu konuya çok farklı perspektiflerden bakmak mümkündür. Bir yanda “Proje Okulları”nda deneyim kazanan öğretmenlerin, “Proje Okulları” veya diğer okullara tayini ile diğer okullardaki eğitim kalitesini yükseltmeleri bir neden olarak gösterilirken, diğer yanda ise ülkemizin “Göz bebeği” sayılan ve güzide üniversitelerimize çok kaliteli öğrenci yetiştiren liselerde yıllarca deneyim kazanarak, neredeyse kendileri de birer ekol (Ekol: bir bilim ve sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem, metot, akım veya okul anlamına gelmektedir) haline gelen öğretmenlerin, tayin edildikleri okullarda aynı performansı gösterememe ve tabii ki söz konusu “Proje Okulları”ndan da deneyimli öğretmenler ayrıldıktan sonra eğitim kalitesinin düşme riski söz konusu olmaktadır. Bir öğretmenin yeni bir okula uyumunun 2 veya 3 ders yılını gerektirdiğini söylesek, sanıyorum yanlış olmaz.
Bilindiği gibi “Proje okulları”na dönüştürülmeden önce, bu okulların öğretmen ve yönetim kadrosu başarı puanlarının yüksekliğine göre ve sınavla atanıyordu. Ancak “Proje Okulları”na dönüştürülmelerinin ardından, atama sistemi ve eğitim yöneticisi belirleme yetkisi 2014 yılında yapılan değişik ile 652 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 37. maddesinin 9. fıkrasına göre “Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği” kapsamında Milli Eğitim Bakanına verilmiştir.
Bu atamaların ardında yatan onlarca neden gösterebiliriz; hepimizce malum olanları burada dile getirmek istemiyorum. Amacım politik bir tartışmaya girmekten öte, bu tayinlere eğitim ve öğretim kalitesi açısından bakılması gerekliliğini dile getirmektir. Zaten öğrenim gören öğrencilerimizin çok büyük bir çoğunluğunun ezberci sistem, sürekli müfredat ve sınav sistemlerinin değişiminden dolayı kafaları karışmıştır. Ne yazık ki öğrencilerimiz, öğrenim görerek topluma faydalı birer birey olarak kendilerini yetiştirmek yerine, tamamen lise ve üniversiteye giriş sınavları için sadece test çözen birer “Yarış Atı”na dönüşmüş durumdadırlar. Hatta ileride yapmak istedikleri meslekleri bile, ilgi alanlarına göre değil, “İş bulma” veya “Para kazanma” garantisi olan meslekleri seçmektedirler. Ne yazık ki, okulların büyük bir çoğunluğunun da birer sınav hazırlama dershanelerine dönüştüklerini görmekteyiz.
Eğer ülkemiz için bilim adamı, profesör, doktor, mühendis, mimar, edebiyatçı, sanatçı, öğretmen gibi ülkemiz bilim ve sanatına katkı yapacak bireyler veya fikir liderleri yetiştirmek istiyorsak, en ünlüleri olan İstanbul Erkek, Kabataş Erkek, Kadıköy Anadolu, Cağaloğlu Anadolu, Vefa Lisesi, Çapa Fen, Kadıköy Atatürk Fen Lisesi gibi köklü ve geleneği olan okullarda öğrenim gören öğrencilerimizin, çok iyi yetişmelerini sağlamak ve onları en iyi üniversitelerde okutmak zorundayız. Ülkemizin ileride onlardan hem eğitim ve öğretimde, hem de bilimde istifade etmesini sağlamamız gerektiğini düşünüyorum. Bu süreç uzun bir yoldur, 3-5 yıl değil, 10-15 yıllık planlarla düşünülmesi gerekmektedir. “Bir toplumu kalkındırmak istiyorsanız, dedesini eğitmeniz gerekmektedir” demişler, sanıyorum bu cümle her şeyi açıklamaya yetiyor. Dolayısı ile “Proje Okulları”ndaki 8 yılını dolduran öğretmenlerin, diğer okullara tayinlerinin bu açıdan bir katkı yapmayacağını düşünüyorum.
Birkaç cümle de son günlerde oldukça gündemi meşgul eden “Lozan Antlaşması” üzerine yazmak isterim. Hiçbir antlaşmanın tek başına değerlendirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hafta içinde bir çok yazarın yazdıklarını ve sosyal medyada paylaşılan yorumları okudum. Bence ülkemizin kaderini değiştiren üç antlaşmayı ard arda ve birlikte değerlendirmek gerekmektedir.
İlki 30 Ekim 1918 tarihinde I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri (Britanya İmparatorluğu, Fransa ve Rusya) arasında imzalanan Mondros Mütarekesi’dir. Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf Bey tarafından Limni adasının Mondros Limanı’na demirli Agamemnon zırhlısında imzalanan antlaşma 25 maddedir ve Osmanlı Devleti’nin teslim olması anlamına gelmektedir. (1) Burada bir parantez açıyorum Mondros Mütarekesi ile 19 Mayıs 2015 tarihinde yazdığım yazının linkini veriyorum:
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10153205393618260&l=3cfa1af3bf
İkincisi 10 Ağustos 1920’de I. Dünya Savaşı Sonrasında Osmanlı İmparatorluğu hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında Fransa’da Paris’in Sevr (Sèvres) banliyösünde bulunan Seramik Müzesi’nde imzalanan 433 maddeden oluşan Sevr Antlaşması’dır. (2) Bu kez İtilaf Devletleri sayısı 13’e yükselmiştir. Sevr Antlaşmasının hazırlık aşamasında Osmanlı heyetinin başkanı Tevfik Paşa, bu antlaşmanın imzalanması halinde Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını kaybederek, sömürge durumuna düşeceğini bildirmiştir. Antlaşmaya yapılan itirazlar dikkate alınmamış, görüşmelerin bir an önce sonuçlanmasını sağlamak ve antlaşmayı Osmanlı Devleti’ne kabul ettirmek isteyen İngilizler, Yunanlıları Anadolu içlerine doğru harekete geçirmişlerdir. Yunanlılar; Balıkesir, Bursa ve Edirne’yi işgal ederken; İngilizler de Mudanya ve Bandırma’ya asker çıkarmışlardır. Bu olumsuz gelişmeler üzerine, antlaşma şartları İstanbul’da, Padişah Vahdettin başkanlığında toplanan “Saltanat Şurası”nda görüşülmüş ve Topçu Feriği (Korgeneral) Rıza Paşa dışında, tüm üyeler antlaşma şartlarını kabul etmişlerdir. Daha sonra Maarif Nazırı Hadi Paşa başkanlığındaki Osmanlı heyeti Paris’e giderek Sevr Antlaşması’nı imzalamıştır. (2)
Bu iki antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu fiilen sona ermiştir. Yani Osmanlı İmparatorluğu yenilmiş ve tarih sahnesinden silinmek üzeredir.
Oysa Sevr Antlaşması imzalandığı 10 Ağustos 1920 tarihinde, Gazi Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da başlattığı Kurtuluş Savaşı devam etmekteydi. Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Sevr Antlaşmasına tepkisi çok sert oldu. Ankara İstiklâl Mahkemesinin 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan üç kişiyi ve Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı idama mahkûm etti ve vatan haini ilan etti. Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşması ve zaferle sonuçlanması ile Sevr Antlaşması hiçbir zaman uygulanamadı. Eğer Kurtuluş Savaşı olmasaydı aynı Tevfik Paşa’nın ifade etmiş olduğu gibi, sömürge bir devlet olarak yaşamaya devam edecektik.
Hepimizce bilindiği gibi Kurtuluş Savaşı 1919-1922 yılları arasında gerçekleşmiş ve 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923’te İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace’ta imzalanan 143 maddelik Lozan Antlaşması ile resmen sona ermiştir. (2) Rusya sonradan saf değiştirdiği, eğer bir savaş daha çıkarsa Türkiye’nin yanında olacağını bildirdiği için Lozan’da yer almamıştır.
Merak edenler Sevr Antlaşması ile Lozan Antlaşmasının maddelerini okuyabilir ve karşılaştırabilirler. Lozan Antlaşması ile neleri kurtardığımızı çarpıcı bir şekilde görmek mümkündür. O nedenle Kurtuluş Savaşını yapan ve ardından Lozan’da diplomatik mücadele vererek, ilkinde istediklerini alamadığı için, tüm yokluğa ve yoksulluğa rağmen ikinci kez savaşa hazırlık emrini vererek, 2. görüşmelerde Lozan Antlaşmasını kabul ettiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyoruz.
Tek bir cümle ile bugün uzunca olan yazımı bitirmek isterim: Her savaş ve antlaşma, aynı Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde söz ettiği gibi, o dönemin içinde bulunduğu imkân ve şerâit içinde değerlendirmek gerekmektedir, yani 93 yıl önceki koşulları, Sevr Antlaşması ile kabul edilen şartları tam olarak anlamadan Lozan Antlaşmasını tartışmak mümkün değildir.
Tarihteki olayları değerlendirebilmek için, sadece belirli bir zaman dilimini değil, öncesini ve sonrasını da bilmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle izninizle 06 Eylül 2015 tarihinde yayımlamış olduğum Pazar yazımdaki kitap listesini hatırlatmak istiyorum: https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10153481019228260&l=76d8b8e66e
Kaynakça
(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Mondros_Mütarekesi
(2) https://tr.wikipedia.org/wiki/Sevr_Antlaşması
(3) https://tr.wikipedia.org/wiki/Lozan_Antlaşması
İyi Pazarlar…
2016/142